07 Haziran 2011

Ben En Çok Babamı Sevdim Hayatta

    Belki,  bir şiire veya yazıya benzer bir cümleyle başlayacağım… Belki tanıdık gelecek her paragraf.  Aslında bir yerden aynısı okuduğunuz için olmayacak bu.  Bir sevgiliye yazabilecek binlerce kelime buluyoruz nasılsa. Bu da babama… Babanız için içinizden geçirip, belki alışkın olmadığınız için söyleyemediğiniz benzeşmeler bulacağınıza inanıyorum… 

    Ben en çok babamı sevdim hayatta. Çok kez dövüştüğüm, bağırdığım, asi bir evlat olduğum için her gün bin kere pişmanlık duyduğum babamı.  Onu kaybetmeyi her düşündüğümde alnımdan akan soğuk teri keşke fotoğraflayabilseydim.  Babam, tam bir babadır… Herkesin babası gibidir… Ama benim babamdır. Benim duygularımla sevilecektir, daha çok sizlerin babasından. Şuan da alkolik ve dayakçı bir babayı sizlere anlatmadığım için çok mutluyum. Ama kötü bir evlat olduğumu yazamayacak kadar da utanıyorum. Gerçek olan her şeye rağmen şu ki, o benim babam ve ben en çok babamı sevdim hayatta…

    Onun kadar dürüst olmak, okumuş, bilgili, kültürlü, başı dik ve güçlü olmak istemiştim hep.  Ben tam tersi oldum sonunda nasıl olduğumu anlayamadan. Babam bilirdi bu gidişatı, nasihat ederdi, kızardı çok kez ama anlayamazdım. Anlamaya yeni başladım… Çünkü babam şu anda doğru cümleleri kurabilecek kadar sağlıklı değil. Belki onun anlatmaya çalıştıklarını şimdi o susarken ve yüzüme bakarken anlayabiliyorum. Benim babam, hayatta en çok sevdiğim insan çünkü… dedikten sonra aklınıza bir anda yirmi kelime geliyorsa sizlerde benim kadar şanslı birer çocuksunuz… Keşke hep kızdığım babam kadar olabilseydim hayatta…

    Ergenlik çağım itibariyle her zaman sert durmuştur babam. Yapı olarak yaptıklarımı, hareketlerimi, cümlelerimi kaldırabilecek birisi değildir çünkü.  Ancak gerçeği ve özüne dönünce ne kadar tersi bir insan olduğunu çocukluğumda yaşadım. Bir kere tokat yedim üç yaşında, onunda sebebi uyurken kulağına su dökmem ve o anlık refleksiyle vurması olmuş…  Onu da zaten hatırlamıyorum. Ancak her gece beni uyuttuğunu ve bana söylediği şarkılarını hala hatırlıyorum. Bir anne şefkatiyle ninni söylemedi ama,  ‘Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine’, ‘ Açık Bırak Pencereyi’ gibi Türk sanat müziği eserleri asla odamdan eksik olmadı.  Ayrıca zamanın topitop şeker reklamlarıyla da az güldürmedi beni uyuturken… Sırtına binip, adı şimdi EŞEKCİLİK diyebildiğimiz oyunlarımızda vardı, hep işten eve gelmesini beklediğim. Benim babam özeldi. Benim babam güzeldi. Çünkü belediye tokmağı kafalı oğlum diye sevdiği küçük bir ben vardı o zamanlar ve babam her zaman bizleri çok sevdi. 
Babam çok güzel rakı içerdi. Ama evimizde değil. Onun bu özverisine rağmen eve ilk içkiyi ben getirip içmişimdir. Aslında tüm bunları yazmak bile daha çok algılamamı sağlıyor. Neden bu! diye sorduğumda ise daha çok üzülüyorum, çünkü çocukluğumun cevabı yok elbette.  Ama bugün şunu görüyorum ki, elinden geldiğince bizi uzak tutmak istemiş bir şeylerden. Bizse hep üstüne gitmişiz o neyi istememişse. Hukukçu bir memur çocuğu olmak da zor zanaattır. Babanızı iyi temsil edeceksiniz dışarı da ve bu ince bir çizgidir. Bilinçaltıdır aslında. Bir kere çok iyisini yapamazsınız her şeyin… Olmaz… Babanıza rüşvetçi derler. Dememeleri için lüksleriniz varsa doya doya yaşayamazsınız.  Ama babam her zaman bize ne gerekirse onu yapmıştır. Oyuncaklarım, bisikletlerim, legolarım vs… Babamın bunları ne kadar dürüstçe çalışarak yaptığını bilen bir çocuk olarak vicdanım çok rahat sadece. Bugün ticaretle uğraşmama ve iyi bir gelirim olduğunu bilmeme rağmen, umarım Allah bana da onun bana yaptıkları kadar, çocuklarıma yapma şansını verir.

    Ben en çok babamı sevdim hayatta. Ve ben her zaman onun elinden tutup, bir elimde sopa, sopa ile ağaçlara vura vura gezerken onun bana bakıp gülmesini sevdim, özledim. Camii’nin ışıkları her yandığında onları babam yakıyor sanmayı, Ankara keçilerinin de babamın olduğunu sanmayı sevdim küçükken. Evet, ben babama ve onunla paylaştıklarımıza yakışır bir evlat olamadım. Olmak içinde geç sanırım. Daha da gecikmeden bir şeyler yapmak istiyorum çünkü hasta bir babanın oğluyum. Deliyim – doluyum ama bir de işin bu yönü var! Bazen nasıl yaşamam gerektiğini şaşırsam da bu hayatı ona yakışır bir biçimde sürdürmeliyim çünkü ben O’nun oğluyum.

    Hastalandın… Eskisi kadar konuşamadık… Tepkilerini saklayamadın. Ben en çok, o zaman kırıldım aslında. Önce, beni tanımamana çok bozuldum baba. O bir an bile olsa, beni tanımadın ya çok kırgınım sana. Ama affediyorum çünkü sen beni daha önce çok kez affettin, ben seni tanımazken. Seni tanımam gerektiğini, hasta yatağında öğrettin bana. Sonra, bana hep sert bakmana kırgınım baba. Her şeyim yanlışmışçasına… Evet baba… Her şeyim yanlışmış yüzün ondan böyle kaldı bana… Hastane de koluna girip, yürüdüğümüz koridorda, sana tek tek kapılarda yazanları okutuyordum. Ömründe binlerce dosya okumuş, gazeteciliği bitirmiş sana! Odaya geçene kadar, o anda sabredemedim bile aslında. Belki seni öyle görmeye… Bakıyorum da, senin ne kadar sabırlı olduğunu da burada anladım baba.  En azından artık şunu anlamanı isterim ki, şu cümleleri anlayabilen herkes sanırım hayatsal ödevlerimin ağırlığını da anladığımı anlamıştır. Biz seninle, ister hasta olalım, ister yalnız kalalım, istersek ölelim biliyorum önemli değil… Biz seninle hala elini tutup, bir elinde sopa ağaçlara vururken ben, yüzüne bakıp güldüğün baba-evladız.  Ve baba… Ben en çok seni sevdim bu hayatta…

HAKAN ÖZDEN / 29.05.2011 – 09.22p.m

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder