14 Ağustos 2011

Oysa Ben Gri Olmak Isterdim


Yaşadığım ve beynimin en ücra köşelerinde hapsettiğim yüzlerce fotoğraf karesi var aklımda. Cezalarını çekmekte olan yüzlerce fotoğraf dönüp duruyor hafızamda. Her anı, birden fazla görüntü olup, neden şuanda hapsolduklarını bile anlamadan çığlıklar atıyor derinlerden bir yerde. Onlar kadar bende anlamıyorum neden bu cezayı hak ettiklerini. Varsa bir suçları, hayat anayasasının aşk maddesini defalarca kez çiğnemelerindendir. Karşılıksız sevmektir suçları. Binlerce güzel kare aslında dışarıdan baktığınızda bu fotoğraflar. Ama benim için var olan suçları, ömrümden aldıkları ve henüz fark edilmeyen kayıp senelerdir.

            Zamanın birinde, bir şekilde çıkacak bedenimden yaşadıklarım. İnce bir hastalık mı dersiniz ve ya okkalı bir hastalık mı bilemiyorum. Ama şu var ki gençliğimde saçıma beyazlar düşüren bu amansız fotoğraf kareleri, bir gün bir yerlerden köklerini ağır hasarlarla çıkartacak üzerimden. Kendi tercihlerim miydi anılarım ve beynimden geçen yüzlerce fotoğraf bilemiyorum! Ama biliyorum ki, hepsini ben tercih etmedim! Dünyaya gelmeyi de ben tercih etmemiştim! Bunu her zaman buna benzetiyorum.

            Oysa dışarıdan ne kadar güçlü görünüyormuş gözlerim. Ne kadar güçlü kahkahalarım varmış benim. Ya da nasıl bir enerji ki bende yer alan her zaman mutlu görünüyor bedenim. Varoluş sebebim olan ailem bile göremiyor sanırım tercih ettiğimden hızlı büyüdüğümü ki, çevremdekilerin anlamasını beklemek saçmalık haline geliyor. Biliyor musunuz, eskiden bedenim çok koşarsam yorulurdu benim. Ya da bir haksızlığa uğradığımda ağrırdı başım, eğer kendimi müdafaa edemezsem. Bu güne geldiğimde yorulmak için koşmama gerek yok benim. Çünkü ben birilerine bakarken, yeni birisini tanırken ya da kendimi ifade ederken yoruluyorum. Konuşmuyorum artık insanlarla elimden geldiği kadar. Susmak hoşuma gidiyor benim. Bazı şeyleri erken yaşadığında insan anlıyor ki, insan büyüyüp olgunlaştıkça susmuyor. Yüzlerce cezalı fotoğraf karesinin yorgunluğu ve tecrübesinin ağarlığı çöküyor üzerinize. Birileri bir şeyler anlattığı zaman, çoğu anlarda garip bir gülümseme halini alıyorum mesela. ‘Ben bunu yaşamıştım ve sonu senin için hoş değil’ demek geliyor içimden ama anlamayacaklarını da biliyorum. Oysa ben çok genç bir delikanlıyım…! Benim bunları yaşama olasılığım ve hakkım bile yok aslında. Ama nedense muhterem büyüklerimin her cümlesinde, ‘senin bu yaşadıklarını biz hiç yaşayamadık’ kelimeleri savruluyor her kesimden…! Özel olan ne mi yaşadım? Ben insanları yaşadım ve ne yazık ki savaşmak zorunda kaldım onlarla henüz tanımadan kendimi. Mutluyum ki kazandım! Kazandığıma inanmasaydım şu anda insan ırkı arasında varlığımı devam ettiremezdim diye düşünüyorum…

            Felsefeyi çok severim ama felsefe yapmayı değil. İnsanlara felsefik cümleler kurmamaya özen gösteririm konuşurken. Çok felsefe yapan kişilerinde baş şişirdiğini düşünmüşümdür her zaman. Ben kendimi, olabildiğince yalın ve net anlatmaya, ifade etmeye çalışan bir insanım. Edebildiğimi, eksiklerime rağmen düşünüyorum. İfadelerimi köreltebilen insanların, onlara cahil dememden ziyade, bunu becerebilecekleri kadar zeki olabildiklerini düşünüyorum. Çünkü netliğimden ve dürüstlüğümden başka bir ifade şeklim yok benim. Suskunluklarımın dışında, kelimelerimi boş seçmemeye özen gösteriyorum. Sonra anlıyorum ki, insanlarla bu nedenle anlaşamıyorum. İnsanların biraz yalana ihtiyacı var. Yalansız hayat zor, çünkü aşırı dürüst yaşanan bir hayatın rengi her zaman gridir! Gri bir kentte yaşamayı kim ister ki? Gri insanlar… Oysa ben gri bir insan olmak istemiştim hep, gri bir kentte yaşayan. Gök kuşağına sadece yağmurdan sonra ihtiyacım vardı benim. Olmadı…! Ne ben becerebildim gri olmayı, ne de insanlar gri bir kenti benimle paylaşmak istedi. Umutlarımı kaybettim çoğu kez, zaten umudu olmayanların diyarında…

Aldatıldım, aldatırken hem de, hem de defalarca…! Sonuç… Yüzlerce hapsolmuş fotoğraf karesi işte. Hepsi cezalı, ömrümü çalmalarından ötürü! Ve ben… Bu fotoğraf karelerinde beni ben yapan insanların kahkahalarının, gözyaşlarının, hikâyelerinin, dokunuşlarının, ses tonlarının, küfürlerinin, aşklarının gardiyanıyım. Onların haykırışlarını dinliyorum, bir yerlerde gizlenmiş olduklarını sansalar da. Kendini çok özgür zanneden ama bir parçası bende olduğu için nefes alamayan mahkûmlarım var benim, şizofren…! Sahi ya…! Şizofrendi aşklarım benim…

            Kendi mahkemesini kurmalı insan. Sizin bir iç mahkemeniz olmalı ani kararlarınızı verebileceğiniz. Sizin ardınızda birkaç yazı olmalı belki başlığı, belki konusu olmayan. Okumaktan bir adım ilerisidir anladığınızı yazabilmek. Biliyor musunuz gördüğünüz her şey gerçekten sizinle gidecek. Gördüğünüz her şeyi not almak zordur ama anlatmak zorundasınız dar alfabenizden seçtiğiniz harflerle. Çoğunlukla düşündüğüm, bir ölüm var yanı başımızda. Ve bizi sonsuzlaştıracak birkaç metin kalmalı ardınızda… Sevginizi kusun bir kâğıda, hapsedin aşklarınızı o bembeyaz kağıtlara. Utanmayın çünkü sizi kimse anlamayacak. Utanmayın çünkü siz ölmeden sizi zaten kimse anlamayacak. Şerefsiz bir yüzyıl bu yaşadığımız yüzyıl. Kahraman olmaya çalışmayın çünkü siz ölmeden kahraman olamazsınız. Şimdi ben size ölüyorum desem, gözümü yummadan hanginiz anlarsınız? Anlayacak bir insansanız, ancak benim gibi yalnızlığınızda notlar alırsınız…! Ve emin olun anladığınız her adımda, ölümden korkmak yerine, ona, her başladığınız günde bir kapı açarsınız! Biraz da inancınız var ise, öteki âlemde dilediğinize hesabınızı sorarsınız! Çünkü sanmayın ki acılarınız ve yaralarınız üzerinizde kalarak öleceksiniz. Bu evrenin ikinci devresinde, dilediğinizce kendinizi toparlarsınız…

            Ölmeden önce hapsettiğim ve cezaları müebbet olan fotoğraflarım var benim. Bazen her karesini özlediğim, bazen koklamak için, onlar uyurken kafeslerine girdiğim… Hayatın bütün biçimlerinde, onlar için iç geçirdiğim. Bugünlerde adına tecrübe dediğim. Sonrasında yaşlılık diyeceğim…! Cezalarına son vermek haddime değil benim. Ama … Özlediklerim! Algılarınız açıldığında acılarınızla karşılaşıyorsunuz…! Acılarınızla olgunlaşıyor, onlarla pişiyorsunuz! Özlemlerinizi yorgan yapıyor, onlarla uyuyorsunuz. Asilliğiniz oluyor, kendinizde sakladığınız. Ve doğduğunuzda üzerinizde ki süt kokusu - nu alan hayatın, onu ölmeden önce size geri verdiğine tanık oluyorsunuz!

Ah insanoğlu!! İçimde ki aşk-ı neden anlamıyorsunuz? Ben değil sizler güzelsiniz. Anlamıyorsunuz..! Neden sizlerde gri yaşamıyorsunuz?

Hakan ÖZDEN / 13.08.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder