28 Eylül 2011

Herkesin Bir Görevi Vardır

Kimileri hamal olmak için doğar
                 Kimileri tornacı olmak için
Kimileri dans etmek için doğar
                 Kimileri resim yapmak için
Kimileri denizci doğar
                 Kimileri uçabilmek için
                                  Ama herkes doğar ve yaşar…
Kimileri âşık olmak için doğar
                 Kimileri doktor olmak için
Kimileri şarkı söylemek için doğar
                 Kimileri masal yazmak için
Kimileri bilim adamı olmak için doğar
                 Kimileri sporcu olmak için

Sadece insan olmak yetmez
                 Kahraman olmak gerekir kendi dünyanda
Her ne için gelmişsen aramıza,
                 Bir amacı vardır elbet
Peki ya ben?
                 Ya ben?
                              Ben neden gelmişim dünyaya?

Her neyse...
                 Zamanı geldiğinde gideceğiz zaten!

Hakan ÖZDEN – 28.09.2011

27 Eylül 2011

Yaram Benim

Yaram benim
    Kalp acım,
         Son damla kanım
               Kabuk bağlamayan yanım…

Yaram benim
     Kalp acım,  
           Son durağım
                 Kapanmayan sancım…

Kanar durursun
       Niye?
           Bu ızdırap kime?
                  Derdin nedir durma söyle…

Yaram benim
      Bilemediğim acım,
             Kalp ağrım
                    Kabuk bağlamayan yanım…

Kapanmayacak bilirim
        Yaram benim, en derinim,
             Söyle kinin hangi zalime
                     Beni benden aldın ızdırabın bize…

Hakan ÖZDEN – 26.09.2011

26 Eylül 2011

Hayat Simdi Emrediyor

     Şimdi hayat bana toparlanmamı emrediyor… Sana ve senin gibi olan her şeye, herkese rağmen. Ayaklarım basmalı toprağa ve başım doğrulmalı semaya… Ben inebildiğim kadar indim yerin dibine senden sonra. Kendimden binlerce acı, tatlı hatıra bıraka bıraka. Ve şimdi hayat bana kendime gelmemi emrediyor. Sana rağmen …

      Yaşadığın hayatın hiçbir anı umurumda değil. Umurumdasın sanma artık. Gözlerin, tenin, kokun… Sen… Umurumda değilsin artık. Hiçbir dokunuşun hatıramda değil ve sen zaten hatıramda kalmayı hiç hak etmeyensin. Gözyaşın, acıların ya da neler yaşamış olabileceğinin ihtimalleri beynimde değil artık. Ve acımıyor tenim ya da ruhum adın geçince bir yerlerde. Senin ne yaptığın umurumda değil. Sevin.. Umurumda değilsin tam da olmak istediğin gibi. Sen zaten sadece olmak istediğin oldun hiç kimseyi umursamadan. Şimdi anlatsam sana yokluğunda ne kadar çökebileceğimi, anlar mısın ki? Anlama.. Çünkü hayat bana toparlanmamı emrediyor. Senin anlayıp, anlamadıkların umurumda değil.

       İlk defa aşklarımın birinde en dibe basıyor ayaklarım. Biliyor musun sen? Sende alçaldığım kadar alçalmadım ben! Susmadım hiçbir şeye sana sustuğum kadar. Şimdi yokluğunda yerin tam dibine basıyor ayaklarım… Kendimi yukarı itmemi emrediyor hayat! Hem de en güçlü şekilde çıkacağımı fısıldıyor kulağıma… Sahi, sen gidince daha da güçlendim ben… Sende kaybetmiştim bütün umutlarımı oysa. Sana bakmak bir cehenneme, kasvete bakmaktı bunu iyi bil. Seni cennetimde ağırlamak istemiştim oysa. Şimdi cayır cayır yanarken sen, çektiğin acılar umurumda değil. Sen iyi değilsin çünkü. Sen bir insanın olamayacağı kadar kalpsiz, sen bir insanın olamayacağı kadar yüreksiz bir kadınsın. Ben seni çok anladım ama artık zaman anlamak zamanı değil. Çünkü sen beni, hiç anlamadın ki…

       Parayla, pulla satın alınacak bir can senin ki… Cehennemini bu nedenle yaşamıyor musun ki? Ucuz mallar devrim kapanmış demek ki! Çünkü hayat bana artık toparlanmamı, silkelenmemi emretti senin gibilerden. Dibe basmak varmış kaderde seni sevdiğim için. Ama seni sevmek bile umurumda değil artık. Ben kendini satan bir kadının hiç olmadım ki! Söylesene… Senin olabilmemin bir yolu var mıydı ki?

Hakan ÖZDEN - 26.09.2011

25 Eylül 2011

Gel Gör Beni Aşk Neyledi

Şehirlere güneş vakti, karlar yağdırdım
Ölmüşleri çok zaman mezarından kaldırdım
Çirkini güzel eyledim gönlüme
Güzeli görüp başımı çevirdim de…
Bir tek aşk-ı anlamadı zavallı gönlüm!
Bir mucizeydi yaşadığım kurak toprak
Çölün ortasında kardelen açtırdım
Kelebekleri vadilerde uçurdum da
Bin kaktüsten bir damla su çıkartamadı gönül!
Kendimi dağlara savurdum aşk, aşk diye
Zamanı unuttum sonsuzum bile sandım
Ben denizleri yüzerek aşıp, okyanuslara vardım
Bin bir kulaç attım da, yorulup sonuna varamadım!
Güneşi batıdan doğdurdum,
Ay hep dolunay kaldı dünyadan bakınca
Ve yıldızlar aşk-a kaydı benim iznimle
Anlayan bir yar bulamadım…
Ona, buna şiirler, türküler yazdım
Birçok yazıda gönlümü anlattım, açtım
Teli olmayan sazları ben yarattım
Ben kendimi nedense anlatamadım…
‘Gel gör beni aşk neyledi şimdi’
İmkânsızın son durağıydım,
Bir seher vakti gözümü açtım ben
Baktım ki sadece bir et-kemik insanım
Şimdi ‘gel de gör beni aşk neyledi’ …

Hakan Özden / 25.09.2011

24 Eylül 2011

Görüşmek Uzere Sevdiğim

Ben sana hakkımı helal etmedim
Hakkım helal değil o yalan gözlerine
Görüşmek üzere sevdiğim...
Dünya da değil belki!
Ama görüşmek üzere sevdiğim
Tanrının bize ayırdığı bir yer, vardır illaki

      Ben sana hakkımı helal etmedim ki
      Bir helallik dahi almadan gittin!
      Görüşmek üzere sevdiğim...
      Bunun da hesabı alınır belki
      Ben 'dünyada' senden vazgeçtim!
      Ama bu vazgeçtim demek değildir ki

Hem, ben sana hakkımı helal etmedim ki
Gidişinle biten bir hayatı nasıl helal edeyim ki?
Hesap günü geldiğinde gözlerime bakacaksın
Ve başını öne eğip sen utanacaksın!
Bir hesabımız kalmadı sanma sevdiğim
Gülümseyerek bekliyorum seni

      Ben sana hakkımı helal etmedim sevdiğim
      Alçaklığını unutup kendimden silemedim
      Görüşmek üzere sevdiğim...
      Senden önce gidip bekleyeceğim bir bankta seni
      Üşümeyeceğim mevsimlere rağmen
      Ve günü geldiğinde göz yaşlarını silmeyeceğim!

Ben sana hakkımı helal edemedim sevdiğim
Ettirmedin belki, sende biliyordun bunu
Seninle biz bir daha görüşeceğiz!
Görüşmek üzere sevdiğim...
Ben senden hiç ayrılamadım ki
Yine de sana, hakkımı helal etmeyeceğim…

Hakan ÖZDEN / 24.09.2011

Bana Ne Yaptın Cocuk

Bugün günlerden hiç,
Benim adım yok…!
Kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek.
     Savruluyor rüzgârda yaprak gibi.
              Kalbim, uzaklarda bir yerde.
                          Kalbim kayıp.
Karanlığa dokunabiliyor sanki ellerim.
Sadece sesler duyuyorum…!
     Ayak sesleri uzaklarda..
Susuyorum..
     Sessizlik keskin..
Bekliyorum..
     Beklemek keskin..
Burdan gitmem gerek!
     Herşeyi unutmam gerek...

‘’Kestim!
      Akıttım!
            Damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları!’’

Acımıyor bileklerim!
      Acımıyor hiç..
             Acımıyor ellerim avuçlarım..
                     Acıtmıyor hiç bir şey...
                               Acımıyor tenim ve acımıyor dokunduğun yerler!
                                          Acımıyor artık kalbim..

Sadece sessizce durdum
    Ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ellerimin izlerini.
Sadece sessizce durdum 
    Ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki kaderimin sökülüşünü.
Sadece sessizce durup 
    Öylece izlemek istedim bir meleğin ellerindeki kalbimi.
Sadece öylece durup 
    Sessizce izlemeyi istedim, sadece bir meleği sevmeyi.
Hep bir şey eksik gibi 
    Ve hep bir şey yarım ve hep bir şey yok artık sanki.
Ne bir ışık var 
    Ne de bir şarkı artık sokaklarında bu kaybetmiş şehrin!
Ne bir isim var duvarlarında, 
    Ahh ne de okunabilen bir cümle.
Sadece sessizce durdum 
    Ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ölümümü.

Öyle beyaz, öyle maviydi ki...
      Öyle güzeldi ki ve öyle..
                Öyle masum ama…
                        Öyle yanlış öyle…
                                 Öyle yanlış ki ve öyle…
                                           Ve öyle çocuk...

Kalbim…!
Tüm maviler kirli şimdi 
     Ve tüm beyazlar utanç içinde ve sadece uyumak...
Uyumak istiyorum…

Cem ADRIAN

22 Eylül 2011

Içimde Bir Deniz

İçimde bir deniz var okyanus tanımaz dalgaları
İçimde bir deniz sadece bana çarşaf
Sadece benim kayıklarım yüzen
Ve balıkçı teknelerim dolu balıkla
Dalgaları beni vurmaz
Fırtınalarında yüzerim benim ezberimde hepsi
Hiçbir taka duramaz asiliğinde
Batan batana kayıkları yolcuların
İçimde bir deniz var sadece bana ait
Yalnızlığımla süslü…
Ve kıyısında bir iki ölçü rakıma meze görüntüsü
Hiç kimse anlamaz ve bulamaz belki
İçimde bir deniz var okyanuslara baş kaldıran
Sadece ben yüzerim üzerinde
Sanki bana çarşaf görüntüsü
Çok kulaç atan gördüm hepsine mezar
İçimde bir deniz var manzarası bana yüklü
Suları durmaz bilirim içimde bir yerde gizli
Bereketi boldur aç bırakmaz beni yüz üstü
İçimde bir deniz var dibi delik
Bir delik ki dibinde bin ceset
Hiçbir aşk çıkamaz çukurundan
Yalnızlığımdır deniz…
İçimde bir deniz var her yanı masmavi
Başka mavi tanımaz kudurur deniz
İçimde bir deniz var yalnızlığımla yüklü
Dalgaları bana çarşaf
Barındırmaz başka yüzü

Hakan Özden / 22.09.2011

20 Eylül 2011

Ben Sadece Seni Istedim

Ben sadece seni istedim oysa
Bütün yanlışlarımın tek doğrusu
Yanlışlarımı unutturan kadın
Ben sadece seni istedim aslında

                   Aklanamam sanmıştım kendi hayat yolumda
                   Yakama yapışmıştı bahsettiğim yüzlerce hata
                   Kirli bir geçmişin, sen gerçek doğrusu
                   Ben sadece seni istedim aslında

Yalnız bir cennet bahçem vardı benim
İçinde ben ve biraz hikâyem
Cennetimde yaşadığım cehennemden sonra
Ben sadece seni istedim aslında

                    Anlamaz gözlerle bakma sakın bana
                    Anladığın bir biz var senin söylediğin
                    Şimdi bahsettiğin o güzel yerdeyim
                    Ben her anımda seni istedim aslında

Hakan ÖZDEN – 20.09.2011

10 Eylül 2011

Seyahate Davet

Kendimle her baş başa kalamayışımda öfkelerim artıyor. Maddeden çıkamadıkça daha çok insan olduğumu hatırlıyorum. O kadar dikte edilmiş ki beynimize aşk, iş, para, dostlar ve bunun gibi olgular, sanki evrende yalnız kalmamızı istemeyen bir güç var. Oysa yalnızlığın tanrıya mahsus olduğunu söylerken bile insanlar, kalabalığa bilerek bir itiş var. Tanrı yalnız değildir. Bizler varız… Ve bence tanrının yalnızlığını düşünmek , O’nu reddetmenin başka bir şeklidir. O’nun gücünü elbette tüm dinlerde olduğu gibi kabul ediyor ve bunun tek güç olduğunu inkâr etmiyoruz. Ama gücünden ötürü Tanrıyı bile yalnız ilan edebilecek kadar kendimizi güçlü görmemize sebep olan şeyin ne olduğunu anlamıyorum…! Güçlüler, yalnız mıdır? Ya da insanın doğrusu aslında yalnızlığı mıdır? Bu kadar maddeye itilmemizde ki sebep nedir? Yoksa maneviyatıyla insanın baş başa kalmamasını isteyen odaksal güç nereden gelmektedir? Bunu kim istememektedir?

Genel ve toplumsal etkilere değinmek istemiyorum bu yazımda. Konuyu tez halinde birilerine kabul ettirmek gibi bir amacımda yok. Kişi kendisinden başlamadığı sürece, topluma ifade edebileceği cümleleri de olmayacaktır. Benim tek gayem kendime bırakılmak! Ve ben ne zaman maneviyatımda bir yer bulsam kendimce, madde öyle bir ortaya çıkıyor ki, irademle baş etmekte zorluklar yaşıyorum. İrade nedir sahiden? Hangimiz ne kadar irademizle uğraşabiliyoruz? Oruç tutmak ve diğer dinlerde ki bu tür faaliyetler aslında insanın iradesini en iyi hatırlatan etkinliklerdir. Dinler ve mistizmde de buna benzer pek çok ritüel mevcut zaten…  

Çok eski çağlardan itibaren, kişinin öz maneviyatından rahatsız olan belli ki ciddi bir kesim varmış. Dinler aslında, işaret ettikleriyle, kişiye kendine yönelmesi konusunda fikirler veriyor. Ve bunu da çok açık bir şekilde ifade ediyor. ‘İKRA’ Diyor… Okuyun! Hangimiz artık okuyoruz? Ya da ‘insanlarla haşır neşir olun dünya geçici’ derken bize kitaplar, aslında söylenmek isteneni anlıyor muyuz? Bilgiyi mutlak surette paylaşmak ve kendi kabuğumuza dışarıdan bilgileri almak için diğer düşünürlerle ve aydın kişilerle temas halinde olmalıyız. Bilginin en kötüsü bile olsa, asla bir çamur muamelesi yapamayız. Kötüyü ve iyiyi alarak, tecrübelerimizle harmanlamalıyız… Ancak bilgi ışığında mutlu ve huzurlu bir hayat sürebiliriz. Bilinçsiz yaşamak, gözlerini kapatmak ve en acısı gönlünü kapatmak evrene, Tanrıya ve sunduğu her şeye hakaret etmektir aslında. Düşünmek günah değildir. Günah diye dikte edilen, düşünmemeniz için oluşturulmuş ve karmaşık bir matematik denklemidir. Bu kadar madde önünüze zaten düşünmeyin diye serilmiştir. Maddesel huzur, insana sadece TANRISALLAŞMA hissi verir. Bu kadar para, aşk, şöhret peşine düşmek, sizce Tanrıyı reddetmek değil midir?

Benim kendime ihtiyacım var. Zaman ne kadar hızlı akarsa aksın, buna hala zamanım var. Güzel bir deftere, bolca kitaba ve konuşabilen, düşünebilen, ifade edebilen insanlara ihtiyacım var. Bedenimi eğitmek adına birkaç lokma eksik yemeye ihtiyacım var ve bolca gezmem gerekiyor benim. Yazmam gerekiyor insanları. Ve anlamam gerekiyor aslında göremediklerimi. Sahi hepimizin bildiği, içinde yaşadığı ama bilmiyorum kaçımızın yorumlayabildiği bir hayat yaşıyoruz. Bana rüzgarı anlatın, ılık ılık esmesinden başka… Bana güneşi anlatın çıplak gözle bakamadığınız bir ateş topu olmasından başka… Yıldızları anlatın ve neden her gün bizlerden uzaklaştıklarını… Suyu anlatın bana susuzluğunu gidermesinin dışında… Aslında her gün baktığımız şeyleri ya da yaptığımız şeyleri yorumlayamayacak kadar aciziz. Elimizi nasıl kaldırdığımızı bilmeden, neler yapıyoruz değil mi? O zaman içgüdüleriyle yaşayan bir köpekten farkı nedir insanoğlunun? Sizler ihtiyacınızı karşılayacak cümleler kurmaktan başka, hayatı tarif etmeyi denediniz mi hiç? Biliyorum ömrümüz buna hiçbir zaman yetmeyecek… En azından insan olmayı denedik demek, insan olamadık demekten çok daha şerefli geliyor bana…

Şimdi bunları düşünenlere ‘uçmuş’ derler ya hani… Uçan bence maddeye bu kadar kapılıp, insanlığını, aldığı nefesi, ruhunu fark etmeyerek zülüm ederlerdir. Er ya da geç bütün kaynaklar bitecek. Bunu bile bile hala çılgınlar gibi evreni tüketenlerdir. Uçan insanlar işte bu insanlardır. Günün birisinde, sizi şaşalı gösteren kaynaklar tükenince, o zaman özünüze dönmekten başka hiçbir çarenizin kalmayacağını sakın unutmayın. Dünya gözüyle siz göremeyebilirsiniz bu evrensel tükenişi… Ama dünya siz ölünce biten bir olgu değildir. Ölümden sonra ki hayatına inanan insanların özellikle bunu bir kere daha düşünmesi gerekir…

İslam dinince kabul edilmiş, esas dinlerde ki değişime ve bilgi noksanlığına rağmen bunların hepsi hala kitaplarda işaret edilmektedir. Evrenin kitabı ya da süreç haritası, Tanrı tarafından defalarca kez insanoğluna sunulmuş ancak her defasında bu bilgi aktarımı bir şekilde yine insanlar tarafından yok edilmiştir…  Neden? Kaballah’ın, İsa sonrası yaygınlaşma sürecinde ki dönemde çok güzel bir dünya yok muydu? Birilerinin çıkarttığı sahte Mesih ile Kaballah bir efsaneye dönüştürülerek yok edilmedi mi? Bu Musevilikte ve Hıristiyanlık için de böyle olmadı mı? Yakın zamanda bile bulunan birçok parşömen bunların içeriğini açıkça bizlere işaret etmiştir. İnsanoğlu hala bunları görmezden gelerek, açıkça verilmiş olan bilgiyi ne hakla reddeder?  Moses de Leon, İsaac Newton, Pisagor, Albert Einstein gibi isimlerin kuramları, neden sadece Yahudice, Katolik’çe bulunup reddedilsin ki. Gerçek olan temel ilkelerin, reddi ve gizlenmesi olamayacağı gibi dini ve mezhebi de olmaz. Günümüzde Kur-andan korkan bir dünya düzeninin belki İslam’ı kötülemesinin başlıca sebebi, yazılı olan kitabın bizlere verdiği açık bilgilerdir. Kur’an-ı Kerim bugün içeriği incelendikçe aslında dünyanın temel haritasını ortaya koyan, bozulmadığı,  içerisinde ki matematiksel şifreler ile ortaya konulabilen modern çağın en önemli kitabıdır. Büyük dinler, yani kitabını tanrının gönderdiğine inanılan dinlerde, Kur’an-ı Kerim ile diğer kitapların arasında ciddi benzerlikler olmakla beraber, değişime rağmen birçok kitap da Kur’anı bizlere vaad etmiştir. Diğer dinlerce bu reddin sebebini anlamak çok güç. Bu güçlüğe rağmen, hala okuyan ve araştıran Amerikalı ve Avrupalılar da ise ciddi bir İslam’a yöneliş gözle görülmektedir.

Dünya yaşanılacak bir yerdir. Sizler içinizde ki gücü ve insan olma özelliklerinizi bir takım ideoloji ve mezhep çatışmalarına dönüştürmediğiniz sürece. Herkesin Hz. Adem evladı olduğunu kabul edip, üzerine ırk çatışması yaşaması ne kadar tirajı komik öyle değil mi? Bizlere sunulan iki senaryo var! Birincisi Tanrı tarafından dünyaya gönderildiğimizde verilen nefes ve hayatın senaryosu. Diğeri ise insanın nefis zayıflığı ile oluşan hayat senaryosu. Nefsimize yenik düşme hakkımız yok bizim. Kötülük Tanrı’dan gelmez. Kötülük sizden başka hiçbir yerden gelmez. Huzuru ve doğruyu insan sadece kendi nefis ve iradesi ile reddedebilir. Tanrı’nın bizim gücümüze ve doğrularımıza ihtiyacı var. Maneviyatımıza ihtiyacı var… Bunu kuantum mekaniğinde özetleyen Albert Einstein, belki bilerek belki bilmeyerek Tanrının bu ihtiyacını özetlemiştir. Evren bir bütündür! Tanrı ile biz bir bütünüz. Hata yapma ve yayacağımız bütün negatif enerji çekirdekleri aslında dönüp, o çok büyük sandığımız evrene zarar veren oluşumları ortaya çıkartmaktadır. Düşüncesizce yaşadığımız hayatta, zararı banadır deme hakkı yok evrenin. Çünkü enerji öyle bir zincirdir ki, yaydığınız her şey size tekrar geri dönünceye kadar, ne yazık ki hepimizi ziyaret edecektir…

‘İçimde bir huzursuzluk var’!… Son zamanlarda ne kadar çok duyuyoruz değil mi? İçimiz nasıl huzurlu olabilir ki? Kuantum enerji sisteminde evrende oluşan her enerji, belki başka bir galakside ki bir enerji sizi etkiliyor! Düşünün şimdi… Bu kadar açlığın, tecavüzün, cinayetin, yaralamanın, hırsızlığın, hayal kırıklıklarının, cehaletin arttığı bir dünya da, o bilinmeyen huzursuzluğunuz nereden gelebilir size? İnsanoğlu içinde ki huzursuzluğu belki evrenden alıyor. Burası daha bizim dünyamız! Ya başka bir galakside yaşan bizim gibi canlılar varsa? Yazık o zaman evrenin haline… Belki bu manevi huzursuzluğa dur deme vakti gelmiştir. Kendimizi içimize değil, bilgiye kapatmanın vakti. Maddesel gözümü, irademizin gücüyle kapatıp, manevi yanımıza bilgiyle ‘Merhaba’ deme vakti.

Ve en azından, ben bunun için daha fazla geç kalmayacağım…! Darısı sizlerin başına…!

Hakan ÖZDEN – 09.09.2011

05 Eylül 2011

Yaptığın Ayıp Sevdiğim...


Beni Bir Başıma
Bu Tuhaf Beyaz Odaya Hapsettin…

Sanırım Aklımı Yitiriyorum!
    Sensiz Kulaç Atıyorum Bulutlara Mesela
         Bir Gemim Var Denizlerde Dümeni Olmayan!

Oysa Biz Seninle Kulaç Atabilirdik Gökyüzüne
    Ya Da Dümeni Olurdun Gemimin Bilmiyorum…!

Ayıp Senin Yaptığın Sevgilim
Deliyim Sanıp Terk Ettiğin İçin!

Hakan ÖZDEN - 05.09.2011


Renkleri Sana Bıraktım

Sen Sadece Bir Yeşilsin
   Ya Da Garip Tonda Bir Mavi
Sen Bazen Ağaçsın Meyvesiz
   Bazen Çatlamış Bir Toprak Belki
Kim Bilir Kaçıncı Baharın Bu Sevgili…

Hangi Tonda Çıkacağın Karşıma
   Tabiat Ananın Belli Olan Nimeti
Nimetimdir Renklerin!
   Belki Budur Aşk,
Hangi Mevsimdesin Bildiğim…

Senden Sonra Bıraktım Renkleri
   Tüm Tabiat Sana Yüklü Yar
Ben Renksiz Bir Havaymışım Sadece
   Hava Olmak Güzelmiş Yar
Aldığın Her Nefes Benken
   Bütün Renkler Senin Olsun Yar…

Hakan ÖZDEN – 04.09.2011

02 Eylül 2011

Özledim Seni, Ya Sen?


Başın dönerdi senin,
     Gözlerin kararırdı beni her öptüğünde
Yelkovan – akrep yer değiştirirdi
     Gizliden buluştuğumuz o saatlerde
Gönül penceremden gelmeni beklerdim
Giderken de sen,
     Gelirken de bana,
          Hep aynı pencerede seni beklerdim
Kasvetli pencerem,
     Gönül pencerem olmuştu sayende!
Hatırlar mısın?
     Hatırlarsın…!
          Vücudun titrerdi senin, her gizli sevişmemizde
Sonra bir daha öperdin beni…!
     Hani, başın dönerdi senin!
          Gözlerin kararırdı gözlerime her baktığında
Yelkovan – akrep ilişkisiydi saatlerle sınırlı
     Bölmezdik kimsenin uykusunu
          Ve hiç uyumamıştık da seninle…
Biz zaten saatlik değil
Ömürlük uykuların insanıydık!
Olmadı…
     Olduramadık…
Şimdi çok özledim desem seni
     Bir kuru sevişmek mi anlarsın?
          Islak bir öpücük mü?
Oysa sen beni ne kadar çok anlarsın!
     Özledim seni…
          Anlayabileceğin her ihtimalde özledim seni
Diyorsan ki bana ‘özlemedim ben’…!
     Ufacıkta olsa,
          Öper misin beni?

Hakan ÖZDEN - 02.09.2011

Seninle Yaşlanmak Dediğin

Oysa ben düşünmüştüm ki,
    Sen düşünürken gençliğimizi,
         Yaşlanınca bile bakabilmekti hayalim sana
Bugünlere gücüm yeterdi
    Gözlerin olsaydı eğer yanımda!
Ve ben yaşlanmak isterdim seninle…
    Belki benden önce hastalanırdın
         Senin için senden önce ölmeyi göze alırdım
Bir çift güzel bakış benimle olsaydı eğer
Hasta, sağlam fark etmez bakardım aşkımıza…!

Çaresiz kalmakmış hayalimin bedeli
Ve ben her gözyaşımda,
    İnkâr edemem kurduğum hiçbir hayali
Yasaksın bana çare yok
Ve ben aptal aşık;
    Yaşlandığımızda olmak isterdim yanında
Ve biliyorum bugün bana inanmayan sen
    Hani ne yapacağı belli olmayan deli çocuk, ben
         Öyle bir dururdum ki şu hayat rüzgârında
                Seninle yaşlanırdım sevdiğim
                          Ellerine,
                                  Başka elin dokunmasına izin vermeden!

Şimdi bir masal anlattıklarım sana
    Galibi de sebebi de sen
Hani sanma ki ben olmam artık yanında
    Beceremedim seninkinden başka hiçbir bakışla!
Ben sensiz yaşlanırım hani hayalinle
    Ama yine tuttu vicdanım sevgilim…
         Ya sen…
Ya sen yaşlanabilir misin?
    Ya da benim baktığım gibi bakarlar mı sana?
         Anlarlar mı seni gözlerin her mutsuz baktığında?
Düşünmeme sözüm vardı sana…!
Ama ben hiçbir anda seninle bugünümüzü düşünmedim ki!
    Benimle yaşlanmak, yaşlanmak değildi sevdiğim
Şimdi sen…
    Benim kadar güzel yaşlanabilecek misin seninle?

Hakan ÖZDEN / 01.09.2011