10 Eylül 2011

Seyahate Davet

Kendimle her baş başa kalamayışımda öfkelerim artıyor. Maddeden çıkamadıkça daha çok insan olduğumu hatırlıyorum. O kadar dikte edilmiş ki beynimize aşk, iş, para, dostlar ve bunun gibi olgular, sanki evrende yalnız kalmamızı istemeyen bir güç var. Oysa yalnızlığın tanrıya mahsus olduğunu söylerken bile insanlar, kalabalığa bilerek bir itiş var. Tanrı yalnız değildir. Bizler varız… Ve bence tanrının yalnızlığını düşünmek , O’nu reddetmenin başka bir şeklidir. O’nun gücünü elbette tüm dinlerde olduğu gibi kabul ediyor ve bunun tek güç olduğunu inkâr etmiyoruz. Ama gücünden ötürü Tanrıyı bile yalnız ilan edebilecek kadar kendimizi güçlü görmemize sebep olan şeyin ne olduğunu anlamıyorum…! Güçlüler, yalnız mıdır? Ya da insanın doğrusu aslında yalnızlığı mıdır? Bu kadar maddeye itilmemizde ki sebep nedir? Yoksa maneviyatıyla insanın baş başa kalmamasını isteyen odaksal güç nereden gelmektedir? Bunu kim istememektedir?

Genel ve toplumsal etkilere değinmek istemiyorum bu yazımda. Konuyu tez halinde birilerine kabul ettirmek gibi bir amacımda yok. Kişi kendisinden başlamadığı sürece, topluma ifade edebileceği cümleleri de olmayacaktır. Benim tek gayem kendime bırakılmak! Ve ben ne zaman maneviyatımda bir yer bulsam kendimce, madde öyle bir ortaya çıkıyor ki, irademle baş etmekte zorluklar yaşıyorum. İrade nedir sahiden? Hangimiz ne kadar irademizle uğraşabiliyoruz? Oruç tutmak ve diğer dinlerde ki bu tür faaliyetler aslında insanın iradesini en iyi hatırlatan etkinliklerdir. Dinler ve mistizmde de buna benzer pek çok ritüel mevcut zaten…  

Çok eski çağlardan itibaren, kişinin öz maneviyatından rahatsız olan belli ki ciddi bir kesim varmış. Dinler aslında, işaret ettikleriyle, kişiye kendine yönelmesi konusunda fikirler veriyor. Ve bunu da çok açık bir şekilde ifade ediyor. ‘İKRA’ Diyor… Okuyun! Hangimiz artık okuyoruz? Ya da ‘insanlarla haşır neşir olun dünya geçici’ derken bize kitaplar, aslında söylenmek isteneni anlıyor muyuz? Bilgiyi mutlak surette paylaşmak ve kendi kabuğumuza dışarıdan bilgileri almak için diğer düşünürlerle ve aydın kişilerle temas halinde olmalıyız. Bilginin en kötüsü bile olsa, asla bir çamur muamelesi yapamayız. Kötüyü ve iyiyi alarak, tecrübelerimizle harmanlamalıyız… Ancak bilgi ışığında mutlu ve huzurlu bir hayat sürebiliriz. Bilinçsiz yaşamak, gözlerini kapatmak ve en acısı gönlünü kapatmak evrene, Tanrıya ve sunduğu her şeye hakaret etmektir aslında. Düşünmek günah değildir. Günah diye dikte edilen, düşünmemeniz için oluşturulmuş ve karmaşık bir matematik denklemidir. Bu kadar madde önünüze zaten düşünmeyin diye serilmiştir. Maddesel huzur, insana sadece TANRISALLAŞMA hissi verir. Bu kadar para, aşk, şöhret peşine düşmek, sizce Tanrıyı reddetmek değil midir?

Benim kendime ihtiyacım var. Zaman ne kadar hızlı akarsa aksın, buna hala zamanım var. Güzel bir deftere, bolca kitaba ve konuşabilen, düşünebilen, ifade edebilen insanlara ihtiyacım var. Bedenimi eğitmek adına birkaç lokma eksik yemeye ihtiyacım var ve bolca gezmem gerekiyor benim. Yazmam gerekiyor insanları. Ve anlamam gerekiyor aslında göremediklerimi. Sahi hepimizin bildiği, içinde yaşadığı ama bilmiyorum kaçımızın yorumlayabildiği bir hayat yaşıyoruz. Bana rüzgarı anlatın, ılık ılık esmesinden başka… Bana güneşi anlatın çıplak gözle bakamadığınız bir ateş topu olmasından başka… Yıldızları anlatın ve neden her gün bizlerden uzaklaştıklarını… Suyu anlatın bana susuzluğunu gidermesinin dışında… Aslında her gün baktığımız şeyleri ya da yaptığımız şeyleri yorumlayamayacak kadar aciziz. Elimizi nasıl kaldırdığımızı bilmeden, neler yapıyoruz değil mi? O zaman içgüdüleriyle yaşayan bir köpekten farkı nedir insanoğlunun? Sizler ihtiyacınızı karşılayacak cümleler kurmaktan başka, hayatı tarif etmeyi denediniz mi hiç? Biliyorum ömrümüz buna hiçbir zaman yetmeyecek… En azından insan olmayı denedik demek, insan olamadık demekten çok daha şerefli geliyor bana…

Şimdi bunları düşünenlere ‘uçmuş’ derler ya hani… Uçan bence maddeye bu kadar kapılıp, insanlığını, aldığı nefesi, ruhunu fark etmeyerek zülüm ederlerdir. Er ya da geç bütün kaynaklar bitecek. Bunu bile bile hala çılgınlar gibi evreni tüketenlerdir. Uçan insanlar işte bu insanlardır. Günün birisinde, sizi şaşalı gösteren kaynaklar tükenince, o zaman özünüze dönmekten başka hiçbir çarenizin kalmayacağını sakın unutmayın. Dünya gözüyle siz göremeyebilirsiniz bu evrensel tükenişi… Ama dünya siz ölünce biten bir olgu değildir. Ölümden sonra ki hayatına inanan insanların özellikle bunu bir kere daha düşünmesi gerekir…

İslam dinince kabul edilmiş, esas dinlerde ki değişime ve bilgi noksanlığına rağmen bunların hepsi hala kitaplarda işaret edilmektedir. Evrenin kitabı ya da süreç haritası, Tanrı tarafından defalarca kez insanoğluna sunulmuş ancak her defasında bu bilgi aktarımı bir şekilde yine insanlar tarafından yok edilmiştir…  Neden? Kaballah’ın, İsa sonrası yaygınlaşma sürecinde ki dönemde çok güzel bir dünya yok muydu? Birilerinin çıkarttığı sahte Mesih ile Kaballah bir efsaneye dönüştürülerek yok edilmedi mi? Bu Musevilikte ve Hıristiyanlık için de böyle olmadı mı? Yakın zamanda bile bulunan birçok parşömen bunların içeriğini açıkça bizlere işaret etmiştir. İnsanoğlu hala bunları görmezden gelerek, açıkça verilmiş olan bilgiyi ne hakla reddeder?  Moses de Leon, İsaac Newton, Pisagor, Albert Einstein gibi isimlerin kuramları, neden sadece Yahudice, Katolik’çe bulunup reddedilsin ki. Gerçek olan temel ilkelerin, reddi ve gizlenmesi olamayacağı gibi dini ve mezhebi de olmaz. Günümüzde Kur-andan korkan bir dünya düzeninin belki İslam’ı kötülemesinin başlıca sebebi, yazılı olan kitabın bizlere verdiği açık bilgilerdir. Kur’an-ı Kerim bugün içeriği incelendikçe aslında dünyanın temel haritasını ortaya koyan, bozulmadığı,  içerisinde ki matematiksel şifreler ile ortaya konulabilen modern çağın en önemli kitabıdır. Büyük dinler, yani kitabını tanrının gönderdiğine inanılan dinlerde, Kur’an-ı Kerim ile diğer kitapların arasında ciddi benzerlikler olmakla beraber, değişime rağmen birçok kitap da Kur’anı bizlere vaad etmiştir. Diğer dinlerce bu reddin sebebini anlamak çok güç. Bu güçlüğe rağmen, hala okuyan ve araştıran Amerikalı ve Avrupalılar da ise ciddi bir İslam’a yöneliş gözle görülmektedir.

Dünya yaşanılacak bir yerdir. Sizler içinizde ki gücü ve insan olma özelliklerinizi bir takım ideoloji ve mezhep çatışmalarına dönüştürmediğiniz sürece. Herkesin Hz. Adem evladı olduğunu kabul edip, üzerine ırk çatışması yaşaması ne kadar tirajı komik öyle değil mi? Bizlere sunulan iki senaryo var! Birincisi Tanrı tarafından dünyaya gönderildiğimizde verilen nefes ve hayatın senaryosu. Diğeri ise insanın nefis zayıflığı ile oluşan hayat senaryosu. Nefsimize yenik düşme hakkımız yok bizim. Kötülük Tanrı’dan gelmez. Kötülük sizden başka hiçbir yerden gelmez. Huzuru ve doğruyu insan sadece kendi nefis ve iradesi ile reddedebilir. Tanrı’nın bizim gücümüze ve doğrularımıza ihtiyacı var. Maneviyatımıza ihtiyacı var… Bunu kuantum mekaniğinde özetleyen Albert Einstein, belki bilerek belki bilmeyerek Tanrının bu ihtiyacını özetlemiştir. Evren bir bütündür! Tanrı ile biz bir bütünüz. Hata yapma ve yayacağımız bütün negatif enerji çekirdekleri aslında dönüp, o çok büyük sandığımız evrene zarar veren oluşumları ortaya çıkartmaktadır. Düşüncesizce yaşadığımız hayatta, zararı banadır deme hakkı yok evrenin. Çünkü enerji öyle bir zincirdir ki, yaydığınız her şey size tekrar geri dönünceye kadar, ne yazık ki hepimizi ziyaret edecektir…

‘İçimde bir huzursuzluk var’!… Son zamanlarda ne kadar çok duyuyoruz değil mi? İçimiz nasıl huzurlu olabilir ki? Kuantum enerji sisteminde evrende oluşan her enerji, belki başka bir galakside ki bir enerji sizi etkiliyor! Düşünün şimdi… Bu kadar açlığın, tecavüzün, cinayetin, yaralamanın, hırsızlığın, hayal kırıklıklarının, cehaletin arttığı bir dünya da, o bilinmeyen huzursuzluğunuz nereden gelebilir size? İnsanoğlu içinde ki huzursuzluğu belki evrenden alıyor. Burası daha bizim dünyamız! Ya başka bir galakside yaşan bizim gibi canlılar varsa? Yazık o zaman evrenin haline… Belki bu manevi huzursuzluğa dur deme vakti gelmiştir. Kendimizi içimize değil, bilgiye kapatmanın vakti. Maddesel gözümü, irademizin gücüyle kapatıp, manevi yanımıza bilgiyle ‘Merhaba’ deme vakti.

Ve en azından, ben bunun için daha fazla geç kalmayacağım…! Darısı sizlerin başına…!

Hakan ÖZDEN – 09.09.2011

2 yorum:

  1. Bir deli (ki artık akıllı olup olmadığı kişiye bağlı) çıkıpta, "din ve tanrı diye birşey yoktur, her ikiside saçmalıktır" dese, Vatikan ne olur, Kudüs ne olur, Mekke-Medine ne olur?

    Bu kadar insan acaba neyin boşluğuna düşer, kime ne yapar?!

    Güzel bir yazı, ellerine ve kalemine sağlık Hakan'ım.Düşündürdüklerin ve satır aralarına kattığın, tarihe altın harflerle yazılacak cinsten fikirler umarım akacağı yolu bulur.

    YanıtlaSil
  2. Üstadım Öncelikle Katmış Olduğunuz Fikirler, Öneriler, Tavsiyeler İçin Çok Teşekkür Ederim. Sizin Tarafınızdan Yapılan Değerlendirmeler Benim İçin Her Zaman Önemlidir. Kendi İç Mesajlaşmamızda da Belirttiğiniz Üzere, ''Kendi Hayatınızın Ernest Hemingway'i Olun'' Bu Yazıyı Yeterince Özetlemiştir.

    Umarım Akacağı Yolu Her Fikir ve Düşünce Er Ya Da Geç Bulur.. Saygılarımla;

    YanıtlaSil