21 Ağustos 2011

Ya Tutarsa?

    Hayatımızın büyük bir bölümü doğru insanı aramakla geçiyor… Bulduğumuzu sandığımız doğrularımızı kaybediyoruz çoğu zaman. Sana bakarken, birçok hayal kurdum bugün. Ondan sustum aslında çok konuşurken ben insanlarla… Sustum ve sana baktım sadece. Bugün sessizdim… Doğru olan binlerce fotoğraf karesinde gördüm seni… Seyahatler ettim seninle dünyanın dört bir köşesine. Gözlerine bakarak en güzel şarapları yudumladım… Beraber mutfağa girdik ve bir yemekte aşkımızı yorumladık seninle. Güzelce giyindim yanında ve sende güzeldin yanımda. Hayal işte… Hayalde kalması gereken…

                Zamanlama yanlış aslında. Ben değil… Ya da sen değil. Binlerce darbe ve güvensizliğimin içinde sen çıktın karşıma. Binlerce yanılgımda, bir ışık oldun pencereme vuran. Gecemi aydınlatan kocaman gözlerin var senin, belki asla dile getiremeyeceğim. Doğrum olduğun muhakkak ama yanlış yerde değil misin? Gülüşün doğru ya da sesin ruhuma vuran. Beni hiç düşünmemiş olamazsında. Düşünecek kadar büyük senin yüreğin. Beni düşünmenin, senin yanlışın olduğunu bile bile düşünmek beni, hatan değil, yüreğinde ki incilerdir bir tanem… Elimi tutman yanlış olur içinde bulunduğun bu durumda. Ya da bakamazsın bana uzun uzun bilirim… Cümlelerimi hissetmek ise, hakkın senin. Her ne olursa olsun bu hakkı ben veriyorum sana. Ve sadece bu hakkını beni anlamak için kullan. Anla ki, sevgini tart sevgimle… Anla ki belki bir ömür mutlu olursun benimle… Ama anla işte… Seviyorum…

                Dostluğun yetmez bana… Arkadaşlığın ısıtmaz bizi. İsterdim hep yanında kalabilmek ama paylaşamam ben seni. Susamam düşeceğim duruma… Tanırım ben kendimi. Elinde var ise başka bir el kırarım o yumuşak kalbini…! İşte… İşte bu hayat denilen garip akışın, akarken getirdikleri ve götürdükleri ne kadar tuhaf. Biliyor musun, içinde bulunduğumuz şu durumda kendim kadar sana da üzülüyorum… Ben seni yaşamaktan mahrum bırakılacağım ama ya sen beni yaşayamadan nasıl basacaksın ayaklarını yere… Sadece arkadaşız bile diyemeyeceksin, benim sana bakışlarımı her görüşünde. Yazık. Biz kazanabiliriz oysa el ele… Kazanırız çocukluk hayallerimizi geri bir izin versen bize. Büyüme dünya güzelim. Sen hep çocuk kal… Çünkü beni anlaman için, bir çocuk kalbi taşıman gerekli bize. Korkma… Bir adımdır kaderin aslında. At onu bana ve teslim ol artık yaşayacağımız güzel hayata.

                Ben seni yeni mi tanıdım sanıyorsun? Benim kaybettiğim bir sen ver şuramda… Acımıyor mu sanıyorsun ya da geçer gider? Sen beni en sevdiklerimden bile daha çok acıtıyorsun. Gidersin benden, uzaklaşınca geçer, gider mi sanıyorsun? Seni gören bu göz! Islanmadan kalır mı zannediyorsun? Şansım yok değil mi hala? Benim, seni ve beni, ‘biz’ yapacak bir gücüm var aslında. Ama bir bak yüzüme, kaldır kafanı Allah aşkına! Bana bir şans vermek zorundasın ‘YAR’..!

                Kendimden verebileceğim bir insan buldum sonunda. Zaman umarım yardım eder sabrıma. Üzülme, sonucunda kaç günlük dünya… Seninle olabilmek, seni böyle arsızca beklemek, göle maya çalmak misali…’ Ya Tutarsa’…!

Hakan Özden / 21.08.2011 – 03.49 a.m

20 Ağustos 2011

Hayalim; Benimle Gelir Misin?


Ben böyle yorgun
   Ben böyle uykusuz
      Ben böyle acılar içinde...
Yaşarken ben bir başıma benliğimle
Sen çıkıverdin karşıma!
Sen çıkıverdin ve bir hayal oldun gözlerimde
Hatta;
   Belki hiç olmayacaksın benimle
      Belki bensiz nefes alamazsın günün birinde
Bilmiyorum…
Ben vurulmuşum yine kendi hayalimde

Deli Dumruldu adım
   Bilinirdi şehrinde!
Ben böyle huysuz
   Ben böyle öfkeli
       Ben böyle olmazdım kan revan içinde!
Bitap düşmüş yüreğim senin ‘Aşk’ dediğin hislerde
Şimdi,
   Sen çıkıverdin 
       Ve Dumrul terk etti beni...
Belkiler ile dolu hikayemiz 
Çok yeni başladı 'belki…'!

Kim bilir kaç sevdadan 
Senin de yorgun düştü yüreğin,
   Belki sevda bile görmedi el değmemiş tenin
Ama bir hayat ki benim ki, 
   Dinlemeye doyamazsın
       O güzel gözlerinde bende anlam bulamazsın

Alev alev yandı yürek senin o kor bakışınla
  Ben böyle aşık olmazdım, öyle kuru bir bakışına
     Ben böyle kanmazdım, o güzel saçlarına
        Ben hiç inanmazdım, o ‘Aşk’ denilen yalana

Şimdi sen çıktın karşıma
  Benimle gelir misin yar?...
      Maceralarım çoktan bitti!
           Benimle yaşar mısın yar?

Hakan Özden / 20.08.2011

14 Ağustos 2011

Oysa Ben Gri Olmak Isterdim


Yaşadığım ve beynimin en ücra köşelerinde hapsettiğim yüzlerce fotoğraf karesi var aklımda. Cezalarını çekmekte olan yüzlerce fotoğraf dönüp duruyor hafızamda. Her anı, birden fazla görüntü olup, neden şuanda hapsolduklarını bile anlamadan çığlıklar atıyor derinlerden bir yerde. Onlar kadar bende anlamıyorum neden bu cezayı hak ettiklerini. Varsa bir suçları, hayat anayasasının aşk maddesini defalarca kez çiğnemelerindendir. Karşılıksız sevmektir suçları. Binlerce güzel kare aslında dışarıdan baktığınızda bu fotoğraflar. Ama benim için var olan suçları, ömrümden aldıkları ve henüz fark edilmeyen kayıp senelerdir.

            Zamanın birinde, bir şekilde çıkacak bedenimden yaşadıklarım. İnce bir hastalık mı dersiniz ve ya okkalı bir hastalık mı bilemiyorum. Ama şu var ki gençliğimde saçıma beyazlar düşüren bu amansız fotoğraf kareleri, bir gün bir yerlerden köklerini ağır hasarlarla çıkartacak üzerimden. Kendi tercihlerim miydi anılarım ve beynimden geçen yüzlerce fotoğraf bilemiyorum! Ama biliyorum ki, hepsini ben tercih etmedim! Dünyaya gelmeyi de ben tercih etmemiştim! Bunu her zaman buna benzetiyorum.

            Oysa dışarıdan ne kadar güçlü görünüyormuş gözlerim. Ne kadar güçlü kahkahalarım varmış benim. Ya da nasıl bir enerji ki bende yer alan her zaman mutlu görünüyor bedenim. Varoluş sebebim olan ailem bile göremiyor sanırım tercih ettiğimden hızlı büyüdüğümü ki, çevremdekilerin anlamasını beklemek saçmalık haline geliyor. Biliyor musunuz, eskiden bedenim çok koşarsam yorulurdu benim. Ya da bir haksızlığa uğradığımda ağrırdı başım, eğer kendimi müdafaa edemezsem. Bu güne geldiğimde yorulmak için koşmama gerek yok benim. Çünkü ben birilerine bakarken, yeni birisini tanırken ya da kendimi ifade ederken yoruluyorum. Konuşmuyorum artık insanlarla elimden geldiği kadar. Susmak hoşuma gidiyor benim. Bazı şeyleri erken yaşadığında insan anlıyor ki, insan büyüyüp olgunlaştıkça susmuyor. Yüzlerce cezalı fotoğraf karesinin yorgunluğu ve tecrübesinin ağarlığı çöküyor üzerinize. Birileri bir şeyler anlattığı zaman, çoğu anlarda garip bir gülümseme halini alıyorum mesela. ‘Ben bunu yaşamıştım ve sonu senin için hoş değil’ demek geliyor içimden ama anlamayacaklarını da biliyorum. Oysa ben çok genç bir delikanlıyım…! Benim bunları yaşama olasılığım ve hakkım bile yok aslında. Ama nedense muhterem büyüklerimin her cümlesinde, ‘senin bu yaşadıklarını biz hiç yaşayamadık’ kelimeleri savruluyor her kesimden…! Özel olan ne mi yaşadım? Ben insanları yaşadım ve ne yazık ki savaşmak zorunda kaldım onlarla henüz tanımadan kendimi. Mutluyum ki kazandım! Kazandığıma inanmasaydım şu anda insan ırkı arasında varlığımı devam ettiremezdim diye düşünüyorum…

            Felsefeyi çok severim ama felsefe yapmayı değil. İnsanlara felsefik cümleler kurmamaya özen gösteririm konuşurken. Çok felsefe yapan kişilerinde baş şişirdiğini düşünmüşümdür her zaman. Ben kendimi, olabildiğince yalın ve net anlatmaya, ifade etmeye çalışan bir insanım. Edebildiğimi, eksiklerime rağmen düşünüyorum. İfadelerimi köreltebilen insanların, onlara cahil dememden ziyade, bunu becerebilecekleri kadar zeki olabildiklerini düşünüyorum. Çünkü netliğimden ve dürüstlüğümden başka bir ifade şeklim yok benim. Suskunluklarımın dışında, kelimelerimi boş seçmemeye özen gösteriyorum. Sonra anlıyorum ki, insanlarla bu nedenle anlaşamıyorum. İnsanların biraz yalana ihtiyacı var. Yalansız hayat zor, çünkü aşırı dürüst yaşanan bir hayatın rengi her zaman gridir! Gri bir kentte yaşamayı kim ister ki? Gri insanlar… Oysa ben gri bir insan olmak istemiştim hep, gri bir kentte yaşayan. Gök kuşağına sadece yağmurdan sonra ihtiyacım vardı benim. Olmadı…! Ne ben becerebildim gri olmayı, ne de insanlar gri bir kenti benimle paylaşmak istedi. Umutlarımı kaybettim çoğu kez, zaten umudu olmayanların diyarında…

Aldatıldım, aldatırken hem de, hem de defalarca…! Sonuç… Yüzlerce hapsolmuş fotoğraf karesi işte. Hepsi cezalı, ömrümü çalmalarından ötürü! Ve ben… Bu fotoğraf karelerinde beni ben yapan insanların kahkahalarının, gözyaşlarının, hikâyelerinin, dokunuşlarının, ses tonlarının, küfürlerinin, aşklarının gardiyanıyım. Onların haykırışlarını dinliyorum, bir yerlerde gizlenmiş olduklarını sansalar da. Kendini çok özgür zanneden ama bir parçası bende olduğu için nefes alamayan mahkûmlarım var benim, şizofren…! Sahi ya…! Şizofrendi aşklarım benim…

            Kendi mahkemesini kurmalı insan. Sizin bir iç mahkemeniz olmalı ani kararlarınızı verebileceğiniz. Sizin ardınızda birkaç yazı olmalı belki başlığı, belki konusu olmayan. Okumaktan bir adım ilerisidir anladığınızı yazabilmek. Biliyor musunuz gördüğünüz her şey gerçekten sizinle gidecek. Gördüğünüz her şeyi not almak zordur ama anlatmak zorundasınız dar alfabenizden seçtiğiniz harflerle. Çoğunlukla düşündüğüm, bir ölüm var yanı başımızda. Ve bizi sonsuzlaştıracak birkaç metin kalmalı ardınızda… Sevginizi kusun bir kâğıda, hapsedin aşklarınızı o bembeyaz kağıtlara. Utanmayın çünkü sizi kimse anlamayacak. Utanmayın çünkü siz ölmeden sizi zaten kimse anlamayacak. Şerefsiz bir yüzyıl bu yaşadığımız yüzyıl. Kahraman olmaya çalışmayın çünkü siz ölmeden kahraman olamazsınız. Şimdi ben size ölüyorum desem, gözümü yummadan hanginiz anlarsınız? Anlayacak bir insansanız, ancak benim gibi yalnızlığınızda notlar alırsınız…! Ve emin olun anladığınız her adımda, ölümden korkmak yerine, ona, her başladığınız günde bir kapı açarsınız! Biraz da inancınız var ise, öteki âlemde dilediğinize hesabınızı sorarsınız! Çünkü sanmayın ki acılarınız ve yaralarınız üzerinizde kalarak öleceksiniz. Bu evrenin ikinci devresinde, dilediğinizce kendinizi toparlarsınız…

            Ölmeden önce hapsettiğim ve cezaları müebbet olan fotoğraflarım var benim. Bazen her karesini özlediğim, bazen koklamak için, onlar uyurken kafeslerine girdiğim… Hayatın bütün biçimlerinde, onlar için iç geçirdiğim. Bugünlerde adına tecrübe dediğim. Sonrasında yaşlılık diyeceğim…! Cezalarına son vermek haddime değil benim. Ama … Özlediklerim! Algılarınız açıldığında acılarınızla karşılaşıyorsunuz…! Acılarınızla olgunlaşıyor, onlarla pişiyorsunuz! Özlemlerinizi yorgan yapıyor, onlarla uyuyorsunuz. Asilliğiniz oluyor, kendinizde sakladığınız. Ve doğduğunuzda üzerinizde ki süt kokusu - nu alan hayatın, onu ölmeden önce size geri verdiğine tanık oluyorsunuz!

Ah insanoğlu!! İçimde ki aşk-ı neden anlamıyorsunuz? Ben değil sizler güzelsiniz. Anlamıyorsunuz..! Neden sizlerde gri yaşamıyorsunuz?

Hakan ÖZDEN / 13.08.2011

12 Ağustos 2011

Durana, Yürüyene Selam Olsun

Ve ben her aşık oldukça,
Bir Şeytan Beko çıktı karşıma..
    Köylere aşık oldum...
         Ve geceleri onların uzak ışıklarına.
Işıklarıyla birlikte yaktılar köylerimi..
     Ağaçlarımı yaktılar...
         Deli deli akan nehirlere aşık oldum..
                 Barajlarla kelepçe vurdular.
Klam u stran dedim...
Ruhlarını alıp bedenini sattılar.
     Dağlara aşık oldum, kurşun...a dizdiler dağlarımı.
             Ben halkıma aşık oldum, Hak'tandı aşkım.
‘Enel Halk’ dedim. Boynuma kendim taktım ilmeği Seyyid gibi.
     Çarmıhlara gerildi bedenim İsa gibi,
Hallaç gibi, kalelerden ateşlere attılar beni İbrahim gibi.
     Ateş, su olmadı,
              Ben kül oldum yine.
Bir tas Dicle'den, bir tas Fırat'tan su serptiler küllerime…
Ben aşkın kendisi oldum.
Dediler ki bu aşk,dostluğun,kardeşliğin,barışın ve sevginin yoludur...
      Ve çok uzundur...
Dedim ki o zaman..
      ”Durana yürüyene bin selam olsun.”
             Ve ben o yolda ki her yolcuya aşık oldum.
Hem de bir değil bin canla arkadaşım
...Ya SEN?

Not: Eser Sahibinin Adını Bulamadım. İnternetten Alıntıdır. Saygılarımla...

11 Ağustos 2011

Anımsanan Cocukluk

                Kendimi kaybettiğim günden bugüne ilk kez konuştum çocukluğumu dün gece.  Hem de tanıdık birkaç kişi içinde. Bir şeyler eksikti hep beni bana anlatan. Ve ben, başka bir adamdım sanki ondan bir gün öncesine kadar. Kendimi bulmak üzere başladığım yolculuğumda en önemli kısmı atlamışım oysa muhabbetlerimde. Çocukluğum elimden alınmış, geçen şu zamanda haberim bile olmamış. Oysa… Oysa ben bir çocuğum hala haberimin olmadığı…

                Konuştukça anladım kardeşimle, dostumla. Anladım ki kaç yaşında olursan ol, varsa geriye yönelik güzel birkaç hikaye’n, dönüyorsun yine o saflığa, güzelliğe. Çok haşarı bir çocuktum ben. Ve dün gece hatırladım aslında ne kadar muzur ve güzel bir çocuk olduğumu. Ve anladım ki her şeye ve her isyana rağmen yaşamışım hayatımın her yaşını doya doya. Büyüdüm ve kana kana yaşadığım her andan gurur duyuyorum. Muhabbetimde küçüldüm dün gece. Ve kana kana yaşadığım bir çocukluk için ‘’İyi ki’’ dedim. ‘’İyi ki böyle bir çocukluk yaşamışım’’

                Bizim bilgisayar oyunları veya profillerimiz yoktu internette. Biz yaşadığımız mahallelerin tozunu yutmuş en son jenerasyonuz. Anladım ki, şaşkınlıkla dinlediğimiz ailelerimizin hikayelerinden farkı yok anlattıklarımızın. Oyunlarımız değişmiş bir önceki nesile göre o kadar. Oysa mekan aynı. Bir kaç apartman arası çocuk bahçeleri işte. Mahalle maçları, saklambaçlar, kör ebeler, yakan toplar, tasolar vs… Biz oynaya oynaya, kan ter içinde yaşadık her anımızı. Adam olarak büyümüşüz aslında küçük bir çocukken daha. Tozlu bir mahallede geçen, o güzeller güzeli çocukluğumuzdan, günü gelince ceketimizi silkeleyerek büyüdüğümüzü anlamışız bir kere. Düşünsenize bizler son jenerasyonuz sokaklarda oyun oynayan. Kötülük vardı elbet biz çocukken. Ya da biz kötü diyorduk olup bitenlere!.. Şimdi ne oldu da bu kadar güvensizlik içinde kayboluyor nesillerin çocukluğu. Zaten betonarmeler içinde yaşamadık mı hepimiz onca güzel şeyi. Peki betonarmelerde kapalı kalan çocukluklara ne demeli?

                Aşık büyüdük biz aşkı bilmeden. Karşı mahallede bir güzel kız olurdu hep kendi mahallelerimizde ki güzelleri görmediğimiz. Gözümüzü kör eden kadınlarla, işte o mahalle aralarında başladı sevişmelerimiz. Gözlerimizle sevişmeyi balkonlarda öğrendik belki..! Hatta belki ondandır hiçbir gözde samimiyet bulamayışımızın esas nedeni. Sizleri bilmiyorum ama ben göz temaslarıyla büyüdüm ve tabi annemin karanlığı delen sesiyle. Bilirim bir anne şefkatiyle sevilmeyi ve bilirim bana doğru bakan gözleri.  Son yoyo çeviren çocukların neslindeniz biz! Ağlamayı da biliriz, kahkahayı da icabında.!

                Dün gece güzel bir geceydi. Her şeyi gördü, anladı yeniden beynim. Yaşlan dedi yüreğim, durduramazsın… Ama büyüme… Büyüme çocuk kal yerinde! Ve sen hep kal böyle dedi. Varsın anlamayan ‘köpekler’ gitsinler ömründen.

Köpekler nasılsa…! Gün olur geri dönerler...

Hakan ÖZDEN / 11.08.2011

10 Ağustos 2011

Nereye Baksam Ben Yok

Hangi dala baksam yeşil değil
     Hangi ağaca baksam kurumuş
Her hangi biri olmuşum bedbaht
     Her hangi bir adamsam ben
               Ben de mi kabahat

Bende elbet kabahat
    Şu fakir bakan yürekte
Bu yürek benimse ne edeyim
    Hangi gönle baksam benim değil
               Benim olan gönüller umurumda değil

Yalnızlığı sever yürek , ben ne bileyim
     Ben kendimi bilip de söyle ne edeyim
Hangi yuvaya baksam içinde kuş yok
     Hangi kuş olsam bir yuvam dahi yok
              Umurumda mı yuvalar bir soranım bile yok

Alışmışım bir gelip bir gitmeye
    Çaresi yok yalnızım doğduğum bu yerde
Hangi yöne baksam bir deniz
     Hangi denize baksam bir bulut
            Hayalde kalmış gençlik
                        Böyle geçmişse ömür ne edeyim…

HAKAN ÖZDEN / 09.08.2011

04 Ağustos 2011

Nişan Resimlerin ve Bugün

 Bugün ne kadar tuhaf bir gün biliyor musun canım?
   Canım benim şimdi gördüm nişanlanmışsın!
     Ve çok da yakışıklı bir adam var yanında…
        Sana yakıştığı gibi, güzel ve sevgiyle bakan bir adam..!

    Satırlarımda artık, senden ‘sevgilim’, ‘aşkım’ diye bahsedemem.  Ama ‘canım’ dememi de sen anlarsın. İçim dolu dolu bakarken nişan resimlerine, senin için gerçekten mutlu olduğumu iyi bil öncelikle.  Şu gözümün önünden geçen BİZ hayallerini artık rafa kaldırmalıyım ve senin adını silkelemeliyim bedenimden.  Silkelemeliyim çünkü aslına bakarsan senden sonra yaşadıklarımı zaten kaldıramıyor yüreğim.  Belki adın giderse bedenimden, senden sonrası da düşer ve karışır toprağa. Çünkü benim hayatım senden öncesi ve senden sonrası birkaç nefes işte…
     Arkadaşlığını, sevgisini, aşkını taşıdığım pek çok insan nişanlandı, evlendi, çocuğu oldu vs… Çoğuna, şöyle göz ucuyla bakıp kafamı çevirdim hep. Ama bugün ‘sende’ kaldım canım. Sen… Sen çok güzel olmuştun. Sana bıraktığım pek çok şey, güven yıkıklığı, göz yaşı ve acıydı hep. Ben sana sensizken bile ihanet ederken hep sustun sen. O kadar umurundayım ki aslında, buna susarak verebileceğin cevap, gerçek cevaptı zaten verilmesi gereken.  Ve sen becerdin… Ben senin adını beynimde okuya okuya geçtim bütün aşklarımın üzerinden. Senden önce, senin çevrenden biriyle nişan yapmıştım hatta. Ve bitti senin en başından bana söylediğin gibi. Bitecekti zaten. Şimdi sana bakıyorum canım. Ve anlıyorum ki, şuanda benim hata olarak yaptığım her şeyin doğrusu seninle. Ve inan bana canım, sen yüreğinden geçen güzelliklerin hepsine sahip olacaksın. Çünkü ben seni yüreğimle tanıdım… Seni kaybetmeden önce o saçma hatalarımla, yüreğim vardı benim senin gözünden baktığım. Senden sonra kin kustum hayata ve gördüm ki hayatta hiç bir şeye bu kinle sahip olunmuyor.   
         Hırslar boşa…
           Hırsların köleliği boşa.
             Çok para kazanmak… Boşa…
                Kendini tanımadan daha, adım attığın bütün yürekler boşa!
      Evet canım, ben boşa yaşamışım kısaca. Sende bıraktığım o çocuk yüreğe inebildim bugün resimlerine bakınca. Ve senden sonra yaşadığım her şeye baktım umarsızca. Boş baktım olmadın sen, dolu baktım yoktun…! Sen benim bir daha asla sevemeyeceğim kadar çocuk bir huzurdun. Ve sen benim hayallerimdin evliliğimi, evimi süsleyen. Ve anaydın çocuklarıma gözümü arkada bırakmadan sevebileceğim. Şimdi benim olduğum dünya da güvensizlikler içinde bir deniz var. Ve kulaç atmak çok zor canım. Kulaç atmak imkansız herkesin cehennem misali yaşadığı şehrimde. Oysa ben senin şehrinde çocuktum en son. Ve çocukluğumu bırakarak gittim o şehirden sırtımı dönerek yüzüne. Ama her zaman biliyordum canım. Her zaman mutlu olabileceğini, benim gibi bir adama döktüğün göz yaşlarının aslında ne kadar gereksiz olduğunu biliyordum. Ve kendi gözyaşlarım… Yüreğime akıttım! Çirkin yüzümde, katılığımdan başka bir şey göstermedim kimseye. Yüzüm mermer, yüreğim sünger… Ve aktı gözyaşlarım en içine… Taşıyamaz oldum…
      Beni boş verme zamanı şimdi canım. Seninle geçen her anımıza şimdi gözlerimi kapadım. Ve yüreğimi yırttım bugün, aldım adını içerisinden. Sen şimdi başkasına ait bir ömür geçireceksin ve biliyorum adımı ancak bir gün göz göze gelirsek heceleyeceksin. Sen şimdi bahtının gerçekten açık olduğu yerdesin. Ben seni Boztepe de bıraktım ya, hem de bir Haziran akşamı… Şehrine düşen bir kar oldum ya o güzel yaz akşamı. Bırak canım şimdi sende! Senin yazını, kara çeviren bu adam ne diyor diye düşünme bile. Ben senden giderken hani, seni düşünmemiştim bile…
      Canımın en acıyan köşesi. Doğrularımın son kalesi, yanlışlarımın başlangıç meridyeni. Şimdi görüyorum o güzeller güzeli nişan resimlerini. Ve acıyor içim, daha önce benim seni acıttığım gibi. Acıyor ama sanma ki üzülüyorum. Biliyor musun bende kalmadı o eski yürek. Artık acılarıma bile gülüyorum. Senin mutluluğunu anlıyor, hayatı paylaşacağın adam için çok seviniyorum. Yalın yaşama mücadelelerimi hatırlıyorum. O kadar şanslısın ki benim kadar uğraşmadan becermişsin bunu. Seninle her zaman gurur duyuyorum. Tuhaf bir gün, bugün. Seni bıraktığım yerlere dönüyorum. Sonra artık benim değilsin diye geri dönüyorum. Zaman uzun, acımasız.. Değil canımın içi… Zaman kısa, ömürler akıyor. Ben seni hala yalnız, kendimi hala aklında düşünebilecek kadar mı safmışım? Bunun sitemi olmaz. Sana değil zaten, hayata sitem ediyorum. Bizlere bu yanlışları yaşatan kaderime isyan ediyorum… Susuyorum…İsyanlarım da para etmiyor!
       Şimdi zor olan kısım sanırım…
         Adettendir iyi niyet temennilerinde bulunmak!
            Sana bir nişan hediyesi alamazdım,
              Verebileceğim tek şey, kendi penceremden birkaç cümle… 
                  Anla!
        İnandığın ve güvenebildiğin bir adamsa parmağına yüzüğünü taktığın ve yakışıyorsa yanına insanların imrenerek baktığı, sakın bırakma ellerini. Küçük sitemlere ve kızgınlıklara yer bırakma. Sesini yumuşatabildiğin kadar yumuşat her kavganda.  Hayat, çok kötü Zehra. Hayat benim sana hiçbir zaman anlatamadığım kadar çok kötü. Bir şeyler var anlamadığım! Senden sonrasında bir bilsen neler yaşadım, adını ilk kez bir kompozisyonda açık açık yazdığım! Ellerini bırakma çok sevdiysen çünkü kıymetli olan bu. Herkes aldatıyor, herkes yalan söylüyor. Sen zıttıyla özel olabilirsin. Ve sen o çok istediğin ikiz çocuklarına (umarım sahip olursun) ancak böyle iyi bir anne olabilirsin. Seni taşıyabilecek bir yürek var ise o delikanlıda, sana zaten sahip çıkacaktır. Zehra… Sen birileri için sadece özel olabilirsin. Eksisi olamaz, eminim ki birilerini kandırarak yaşayamazsın! Ve bırakma ellerini seviyorsan! Ki sen sevmeden o çok sevdiğin yüzükleri parmağına takmazsın! O güzel ellerin her zaman sevgiyi böyle taşısın! Allah’ıma, değerli eşine ve ailene sonsuza kadar emanet ol. Ve hep güzel haberlerin olsun yüreğime dokunan. Seni şimdi emanet edebildi yüreğim. Bahtın açık olsun!
HAKAN ÖZDEN – 04.08.2011

03 Ağustos 2011

Cocuk Kalmış Ellerim

Ufacık ellerimle tutunuyorum hayata hala
Büyüyen ellerim değil
         Bir tek onlar kaldı çocuk bildiğim
Kirletilmiş gönül mahzenimin her köşesi
Ve her adımda sana koşmakmış
Ömrümün çilekeş hikayesi

Söyle sevdiğim;
Daha kaç kurşun var silahında
         Çocukluğumu vuracağın…

Ve unuttun mu hala ellerim çocuk
Ellerimde kalmış geçmişim ve geleceğim
         Heybemde uzun bir yol yok bilirim
Ama adın kalmış göğsümde
Adının baş harfi
Yıldızım benim…

Bende bileyim sevdiğim;
Daha kaç göz yaşı var hanende
       İçime acımadan akıtacağın…

Hatırlar mısın ellerim yaralı
Ellerim nasır toprağına aşk ekmekten
       Ellerim çocuk sevdiğim göğüslerinde gezmekten
Ben yaşlandım yüreğim çocuk
Sevdan bende gizli bir oyuk

Söyle sevdiğim, bizde bilelim!
Daha kaç yara var bedenimden geçeceğin
         Vurma bıçağı sırtıma; Gözlerim hala çocuk

Hakan ÖZDEN - 01.08.2011

01 Ağustos 2011

Bir Fincan Kahveden Sonra

Beni sevmediğini söyledin bana,
     Bir fincan kahveden sonra...

Şimdi ben, yalnızca uzaklara bakmak zorundayım
Aramızdaki milyarlarca kilometrenin ötesine.
Gezegenler parçalanıp toza dönüşüyor
Ve tek yapabileceğim herşeyin yerle bir olmasına, 

    Solup gitmesine izin vermek...

Bomboş sokakta yürürken
    Tek umudum seninle karşılaşabilmek
           Yola park ettiğin arabanı görüyorum
                  Pencerende ışık var,
Eminim şu an evindesin...
Ama uğrayamam,geçip gitmek zorundayım.
    Ve tabii ki kesinlikle arkadaş falan kalamayız
           Ben hala sana bu kadar tutkunken

Sanırım her zaman bu sonucu biliyordum
    Bizim hikayemiz böyle bitecekti.   

Senin içtiğin marka sigaralardan kullanıyorum,
    Ve beni araman için tanrıya dua ediyorum.
          Bütün gün tek yaptığım yatağımda uzanıp boş duvarları seyretmek;
                  Geceleri barlarda sürtüp, hiç doğmamış olmayı diliyorum
                           Ve kendimi, beni eve getirecek herhangi birine veriyorum.

Bende birkaç parça kıyafetini bırakmışsın
               -Midemde birşeyler çalkalanıyor-

Onları yerden kaldırıp kucağıma aldığımda
    Arkadaşlarım benim için endişeleniyor
         Eskisinden çok daha fazla sıska görünüyorum
               Ve uzun süredir kimsenin telefonuna cevap vermiyorum.

Ve tabii ki kesinlikle arkadaş falan kalamayız
    Ben hala sana bu kadar tutkunken

Nerede hata yaptığımı sormak isterdim
    Ama aslında ağzımı açıp tek kelime edemiyorum.

Bir fincan kahve yetti
    Beni sevmediğini kanıtlayabilmen için...


Garbage - Cup Of Coffee Klibi Türkçe Çevirisidir.