09 Haziran 2011

Hector'un Hayat Yüzleşmesi - Hikaye

Ben Hector... Şuanda Dublin’de küçük bir otel odasındayım. Nereden başlayıp, nereden bitireceğimi bilemediğim bir yaşamsal değerlendirme metnidir bu yazı sadece. Tamamlayamazsam şuanda kullandığım otel masasının başından günlerce kalkmam. Düzenledikten sonra da sizlerle paylaşır mıyım bilmiyorum! Ancak paylaşmışsam, şunu belirtmek isterim ki, uzun zamandır kendiniz ile alakalı, kendinize söylemediğiniz bütün doğruları siz de bu şekilde paylaşın. Emin olun ki, yaşantınızın can kırıkları, cam değil, can kırıklarıyla yüzleşmeniz birilerine koz vermek değildir. Üstelik kirinizi atıyorsunuz ve kimsenin size ‘’bu kir nereden’’ diyecek hali de yok, zamanı da… Böyle bir yazıdan sonra, içeriğindeki konuların önemi değil üstünüzden kalkan yükü, sadece temiz kalan yanınızı ortaya çıkartacaktır diye düşünüyorum. Kirler kalkınca ortaya ne çıkacak şuanda ben de merakla, gelebilirse sonucunu merak ediyorum

İlgi çekmeye çalışan kitap yazarlarının giriş bölümüne benzer bir girişi yapmış oldum sanırım. Ama buradan sonra ki kısımda girişi, gelişmesi ve sonucu olmayacak benim için. Çünkü bu bir yüzleşme ve teknik olarak değil duygusal mantığımla devam etmek, hayatımı bir neşterle parça parça etmek niyetindeyim.

Sevgiler, aşklar, dostluklarla geçen bir ömür de, en büyük darbeleri sanırım buradan aldım. Herkes gibi… Herkes gibi yerken bu darbeleri, belki çok az bir insanın yapabildiği değerlendirmeler ile çok kez baş ağrısı çektiğimi hatırlıyorum. ‘’Ben Nerede Yanlış Yapıyorum Tanrım!’’ …  Bu soruyu çok soran insanlar, geriye dönük hayatını sorgular gibi görünse de, aslında sadece acısını hissettikleri olayın başını ve sonunu sorgularlar. Aslında sıkıntıyı doğumumuz öncesinden gelerek incelemeli ve iradenin yardımı ile gen yapımızda ki kısa kodları değiştirmeyi denemeliyiz… Ya da denemeli miyiz? Ben her zaman bunu denedim. Başlarda denediğimin farkında olmadan denedim… Ama hep denedim.

Bunu uzunca bir dönem denemek, dolayısıyla yıllar sonra esas hata ve acı noktalarınıza götürüyor sizi.  Ve o yüzleşme… Eğer biriktirerek yaşamışsanız hayatı Tanrı şimdiden sabırlar versin bünyenize. Şimdilerde anlıyorum ki, yerinde verilemeyen tepkiler ileride sadece sizi değil, ailenizi dahi mahvediyor. Büyükannemi hatırlarım hep… Zamanın da susan ve kocasına her ne olursa olsun sahip çıkan güzel bir İngiliz kadını… Her şeyden önce benim büyükannem. Neden mi aklıma gelir? Tepkisizliklerin içinde yaşadığı hayatın, yaşlılığında belki son beş-altı senesi, geçmişte ki eşi, dostları, ailesi ve şuanda aramızda olmayan yüzlerce insan ile tartışarak geçti.  Evet; büyükannem çok kavga ederdi sustukları için, ama 60 yaşında kendisiyle barışıp, yüzleşme noktasına geldiğinde etrafında karşısında durup konuşabileceği hiç kimse yoktu. Hayat öyle bir etkileşimdir ki, belki bu yazımda onun o haline, bilinçaltı yer eden üzüntü eşiğimin, satırlarımı oluşturmasında çok etkisi vardır… ‘’Tanrı Rahmet Eylesin… Büyükannem her zaman güzel bir kadındı’’

Peki nedir bugün bu otel odasında saatlerce yazacağım bu yazıları oluşturmamın sebebi? İnanır mısınız sabah dörtte içtiğim çorba dışında henüz bir şey yemedim. Şuanda da saat 08.45p.m... Çünkü yemem gereken ne varsa, çarpık bir şekilde yaşadığım ilişkim ki bu öncelikle benim tercihimle yaşanmıştır, her şeyi yedirtti bana. İlk kez değil ama son gözyaşlarımı onda bıraktım. Ama tuhaf ki, tecrübelerine, ilişkilerinde yaşadığı olaylardan sonra çok güvenen benden, çok daha güçlü durdu sevdiğim. Evet sevdiğim… Uğruna bir başka sevgiyi ki bu sevgi çok temizdi her şeyiyle, bıraktığım sevdiğim. Çarpık demiştim bu sevgiye. Evet; çocuklu ve henüz eşinden boşanmamış bir kadındı benim sevdiğim. Ben o kadar çok sevdim ki, kocasını kandırdığını unutup, beni kandırmaz sanacak kadar çok sevdiğim, sevdiğim… Bu kandırmayı sakın yanlış anlamayın. Sonuçta yüzleşme bu. Bu daha bir başlangıç… O beni kandırarak gitmedi zaten. O mecbur olduğu için eşine döndü bugün. Beraber geldiğimiz Dublin’e sadece terk etmeye gelmiş beni. Eşini bırakamadı… Korktu! Beni düşünmekten, varlığımı hissetmekten korktu. O, o kadar yalancı bir kadındı ki, beni çok sevdiği için, bu sevgiyi bile vermeden, hani ben üzülürüm diyerek kendi içinden, sadece ufak bir öpücükle sonlandırdı her şeyi. Hani az önce demiştim ya benimde tecrübelerim vardı ama ben dik duramadım… O tecrübeler bana şimdi sesleniyor ve diyor ki, o dudaklarıma konan 'kelebekler', onun kendi içinde durmaz dönerler…  Ama sahipsiz kalacaklarını da bilirler ki onu da bu acıtır bir zaman sonra. Madem ki bu kadar sevdin, dön git ya da tut kolundan kalsın seninle'… demiş olabilirsiniz. Bu şu anda yaşadığım her şeye rağmen onun tecrübesi de olabilir. Ve eminim şuna inandığımı ve bu şekilde yaşadığımı görememiş de olabilir…

Ben ona ‘’AŞK’’ dediğim anda, sevgimi bırakıp, aşkımı kucakladım… Ve o, evet belki ayrılamadı ama, eşini yatak odasından uzak tuttu. Şimdi demeyin bana ''nerden biliyorsun da uzak tuttu diyorsun'' diye… Ben seven bir erkeğim ve bir kadınla sevişirken, eğer âşıksam, bir de üzerine bunu iliklerime kadar hissederim. Şimdi o yatağa bu tatilden dönünce onu alacakmış. O eşlik göreviymiş hani, mecburmuş! Ben kirli görmezken seni kendi yok ettiğim düşüncelerimle, sen şimdi dersen bunu, ‘’kelebeklerin kirlenir’’. Ve yeri yoktur bende! Her şeye göğüs gerebilirdim, soğuk bir gidişten başka her şeye. Çünkü ben son olarak ki bugünü anlattım size işte böyle bir kadını sevdim…

Son hikâyeyi başa almak gerekirdi. Burada yaşanılan yasak bir aşk hikâyesiyse, bu noktaya nasıl gelindi? Yani bana şimdi bir dostum bu konuyla dertli gelse, ‘’adamım deli misin?’’ derim.  ''Evli kadınlarla ne işin var?'' ... Bana da dediler. Evet, zaten delirdikten sonra bu yaşanıyormuş… Eşi için söyleyebileceğim tek şey, insandır, ama yine bizlerin acizliğinden, aşağılık kompleksinden, baba olmayı hala, ‘’evlatlarım benim’’ değil de, ‘’bu kadın benim’’ psikolojisi zanneden utanmazların yüzünden de bunları yaşanır hale getiriyoruz. Burada kadının tercihi sevgisiz bir yataksa denecek bir şey kalmaz. Bunu kadına, zaman anlatır…  Zaten bunu tercih eden bir kadının yatak hayatı da olmamıştır. Onun için yatak; sadece yataktır. Sevişmeyi bu kadar laçka hale getiren de bu mantıktır. Evet; o kadın, ya da kadınlar istedikleri zaman eşlerini aldatabilirler. Çocuklarına rağmen. Çünkü sevgisiz bir seksi becerebilmişlerdir.  Zor olan zaten bu! Öte yanı mı? İyi olan alışkanlık kalır… Ve o arayış onları bitirir!

Şimdi gelelim kendimize… Hem bunu yaşayıp, hem beni sevdiği için terk edecek kadar duyarlı bir kadını eleştirmek ki, henüz tazeyken olay, kolay… Ya ben, nasıl bu kadar âşık olurum? Neydi eksik yaşadığım da, hangi dokunuşu hayatımın bütün taşlarını oynattı yerinden?

Eylül 10da Jacqueliny ile nişanlanmıştım. Sonra Kasım da ayrıldım. Ben O’na da çok âşıktım… Ama şu var ki ona gerçekten‘’Aşıktım’’. Adını her andığımda hala burnumun direği sızlar. İş seyahatleri için tüm ülkeyi gezmiştik sanırım beraber. Meğer birisine yüklemek bütün kilometreleri büyük bir hataymış. Çünkü o gittiğinde geriye bir tek acı kalmıyor. Bir başka iş seyahatinde kilometre kilometre acıyor canın. Her anda… Şurada durmuştuk, şurada kahve içmiştik, şurada uyumuştuk, burada sevişmiştik… Daha özeliyle vicdanım yüzleşemiyor çünkü o benim nişanlım… Evet gitti! Şiddetli gelmişti, şiddetli bir tartışmayla gitti ve ‘’artık yok’’.  Ama o hala benim nişanlım. İşte burada da neden bu sahiplenme? Psikopatlık, takıntı vs… Siz ne demek isterseniz…! Bunu herkes kendince açıklayacaktır. Öz benliğinizde sahiplendiklerinize dikkat edin. Nelere üç sene sonra BENİM diyebiliyorsunuz? Hatta kendiniz ile alakalı geriye gidin. Üç ay önce ki siz, SİZ miydiniz? Ne mutlu ki ben ne kadar şiddetli bir ayrılık yaşamışsam, o kadar şiddetli bir sahiplenme içindeyim hala. Dün… O’nunla konuştum arayıp. Gerçekten sesine ihtiyacım vardı. Onunla geçtiğimiz bir yerden esinlendi sesi kulağıma. Ve aklıma geldi. Ya ben bir şey unutmuştum.’’ÖZÜR DİLEMEYİ’’…! Nişan bitti biteli onu aramadım, ki bu ona saygımdandır, ama unutmuştum ve aramalıydım. Zaten hayatımda inanılmaz bir dalgalanma var ve sanki her şeye veda edebilecek durumdayım, onun sesini de duymalıyım dedim kendime…

Aradım… Telefonu çaldı… Çaldı… Bir daha çaldı. Ve arkadaşı çıktı telefona… Buyurun diyerek… Buyurdum telefonun tellerinden ve onu istedim. Vermedi… Ben tekrar istedim ve mevzu kapanmıştır ben sadece sesi..ni ! derken… telefon yüzüme kapandı. Ama o benimdi...! Aramadan önce kapıyı çalmam gerekiyormuş ki, iki adet tık tık sms den sonra, kapı açıldı… Karşımdaydı ve gülüyordu hayali. Sesi kulağımdan hala gitmiyor ve aslında hasret kalmışım duymaya. Hani bir burukluk hissederiz bazen. ‘’Nedir ya nedir içimizi sıkan?’’ İşte ben bir tanesini buldum dostlarım. O’nun sesinin özlemi! Sert veya yumuşak! Sonra baktım ki biz bayadır konuşmuyoruz. Sağ çıktığım trafik kazasından haberi yok… Sahi, insan kavga dövüş yıprattığı bir kadını bu kadar özler mi? Zaman neden istemediğimiz de bu kadar hızlı geçer? Ve bazı şeyler de, ne zaman, ne kadar geçerse geçsin, neden için için acıtarak bitirir bizi? Sebebi belli! Sadece biz tercih ederiz. Sevmeyi de, sevilmeyi de… Beceremediğimiz zaman tercihlerimiz ayrılık olur, ama bazen bir ses bile olsa bu AN, köpek gibi özlenir…

Canım nişanlım ''Sen her şeyin, en iyisini hakediyordun…O nedenle ben yokum!'' Sen, babam hafızasını yitirdiğinde benimle beraber hastane köşelerinde sabahlayan kadınımdın. Ve ben buna o kadar yakışacak adamdım ki, işime gelmeyince üzerine ‘’Beni Aldattın’’ diyerek her şeyi atıp kaçandım… ‘’Ama gördün işte… Yakalandım sesine. Parmağım da yüzüğün yok, evet; ama yüreğimde ki halka çok acıtıyor. Ve senden sonra hiç bir şey nedense doğru gitmiyor…’’ Şimdi bunları diyorum işte… Okurken nasıl bilemiyorum ama yazarken konuşabiliyorum. Ama her konuştuğumu ‘’yüzleşme’’de olsa yazamıyorum. Sonuçta, ‘onun yüzü artık bana doğru değil!’

Hani tuhaf eşleşmeler vardır hayatta. Geriye doğru gittikçe, aslında acı verecek olaylar, yine tercihlerimizle geliyor. Az önce size nişanlımı anlattım. Ondan önce ki ilişkim tam iki sene sürmüştü. İşte bu iki sene bana eşlik eden ‘nişanlımın kuzeniydi’…  Ahlaksızlık gelmesin size, biz herkese, her ana kader, tesadüf dedik… Ama değildi. Ben nişanlımı, O’na acı vermek isterken bulmuştum.Kuzeniydi ve iyi bir silah olabilirdi. İnsan bazen silahı kendine çevirdiğini düşünemiyor. Ve öğrendiğiniz de geç oluyor… 
Önceden deliler gibi âşıktım ve ismini hecelerdim

Londra/Bournemouth karayolunu eski bir arabayla, yollarda kala kala az mı gittim-geldim? Az mı mektuplar yazdım ya da aldım... Meğer yaşadıkça aşk değil ama tertemiz bir sevgiymiş… Anladım… Ve bu temiz sevgi onun beni ailesine anlattığı gün, benim aldatma haberimle ki bu haberi ben kendim alkollüyken verdim, bitti...!  Ailem çok genç olduğumuz için istemedi evlenmemizi, biz tıkandık, tıkanmakla kalmadık beş ay birbirimizi göremedik ve bu acı belki sebep oldu çok şeye... 1998 yılıydı ve sonrasında düşünmeye bile tahammül edemediğim bir hayat başladı benim için...  Scafell Pikeye kar ilk onun sesiyle yağmış.. Şarkı olmuş.. Bu da onun şifresi işte… Yine de o artık, NİŞANLIMın kuzeni… Saygılar O'na ve yaşadıklarımıza

Neyi öğrendik peki? ‘’ Kimsenin mutluluğu üzerine yuva,ev kurmayacaksın!’’  Fena çıkıyor adamdan!… Her zaman da bu böyle olmuştur. Birden fazla örneği varken bu kumarı oynamak saçma en başında. Hani sen farklısın, ben farklıyım, çok seviyoruz ya… Kötülük, kötü enerjiler uğramaz bize… Biz akıllıyız! Mantığı boş… Çünkü kim olursanız olun kader de ölüm gibidir Ne olursan ol ölürsün ‘HERKES GİBİ!’ Sonucunu gördüğümüz her şeyi kendimize kondurmaya başlamalıyız bence… Bir diğer konuya geçmeden önce ben onu da çok sevdim.

O zamanlarda da şuanda bahsedeceğim dejenerasyonsal yaşam tarzım mevcuttu… Nişanlımın kuzeni olan sevdiğimden ayrılınca bir dönem yine ciddi sıkıntılar bunalımlar yaşadım. Ayrılmak derken, ben onu terk etmiş, son zamanlar da tanıştığım Atinalı ve yine bugünlerde tuhaf bir biçimde hayatının ‘normal gitmesine şaşırdığım’, televizyonlarda izlediğim, haberlerde okuduğum bir kadın haline geldi. İnanılmaz yıldız falı bakar, falları resmeder ve bu işi gerçekten iyi yapardı. Sanırım falımızı çok önceden görmüş olacak ki o da üç ayda beni terk etti.

Ancak yaşça benden dört- beş yaş büyük olan bu kadın, erkek ve kadın ilişkileri konusunda bana gerçekten ciddi dersler vermiştir. Yaşca benden büyük ilişkilerimde olmuştu ancak ben bu olgunlukta bir kadın hiç görmemiştim o ana kadar. Ve belki o nedenle o üç ayda, çoğu insanla daha uzun yaşadığım ilişkilerimde dahi, bu kadın ile yaşadıklarımı yaşayamamışımdır. O dönem işlerimizin de yeni yeni toparlamasıyla kendi başıma ilk tatilime gitmiştim. Cebimde ilk tatil param, kredi kartım…

Çok acemiydim… İki yıl süren, telefonsal aşk dizisinden sonra zaten acemi olmam da şaşılacak bir durum değildi. Onun gerçek anlamıyla bir sanatçı olması kısa bir sürede bütün ruhuma işlemeye başladı. Sanki bir çocuk gibi kendi kendime resim yapar olmuştum.  Sevişmenin bütün detaylarını, bir kadını mutlu etmeyi ve bunun karşılığını ancak onu mutlu ettikten sonra alabileceğimi de ondan öğrendim. Sevişmek sadece erkeğin mutluluğu değilmiş. Kadının sekse düşkünlüğünü ve erkek beyninin ne düşünürse düşünsün ne yaşarsa yaşasın, darlığını da ondan öğrendim. Yaşamış bir kadındı O. Dolayısıyla bir zaman sonra sorunlar başladı. Başlar başlamaz tabi ki tecrübesiyle, başladığı anda başından kesti. Uzatmadı..Konuşturmadı.. Ama ağlatmadı da

Otel odalarında daha önce de çok kalmıştım ancak, sanırım ondan sonra sever oldum soğuk olan bu odaları… Seks düşkünü bir kadınla yaşanabilecek en güzel günlerdi. Çünkü o, kendi benliğinde bunu biliyor, bizler anlamasak da… O günlerden bu günlere kalan bazı kokular var hala. Portofino kokuyor burnuma, Giritte ki limon-portakal bahçeleri sonra. Kahvaltı kokusu var denize karşı yapılan ve akşama doğru içilen şarap – balık… Ve herkesin yapabileceği bu mevzuların üzerine bir de yıkık dökük üç değirmen var Atina’nın sırtlarında. Tek gitsem belki korkardım, çıkmazdım. Ben korkardım derken onun hayalleri vardı değirmenlerle alakalı. Restore ettirip, atölye yapmak istiyordu. Elimizde güzel bir şarap, bana haber vermeden,arabaya hala nasıl soktuğunu anlamadığım iki güzel kadeh, rokfor ve meyve tabağı… İlk kez tepeden denize bakmanın, denizin dibinden içmekten çok daha güzel olduğunun O’nunla öğrendim… Bir erkek için nasıl içileceği önemlidir. İlk kadeh tokuşturmamız da, şarabımı içirtmeyen tek kadın. Suçluydum… ‘’Gözlerine bakmadan bir kadının kadeh tokuşturulmaz’’dı. Ve şarap en güzel Jazz müzik eşliğinde tadını verirdi dilin altına… Ve diller meğer ne çok işe yararmış o tadı alınca geceler boyunca…! Şimdi O olmasa da, toy bir çocukken belki yaşadığım en güzel şeydi. Benim için uçağa atlayıp gelen, havaalanından aldığım ilk kadındı… O öyle ne zaman uçsa, ben kendimi bir jakuzinin içinde veya benzer bir köşede uçarken buldum… Milyonlarca teşekkür etsem de yetmez bana göre…!

Gelecek bana bunları getirecekti ve aslında olgunlaşmak için gitmiştim askere.  Askeriyede tanıdım halk içinde ki güzel kızları. Çarşı izni onlardı benim için. Sonra askerlik bitti ve Londra’ya döndüm… Dedim ''aşk değil bana iş lazım''… Çok aşk yaşamış gibi gri üniformalar altında…! Meğerse çok iş, çok aşk edindirirmiş. Aslında kendinize âşık bir kaç kadın olmasını istiyorsanız, işinizi önemseyin. Duruşunuz değiştiği anda, pozisyonlar bile değişiyor. Tabi ki her kadın değil amaçoğunluğu için rahatlıkla söyleyebilirim. İşimi kurduğum günlerde hayatımın en sancılı zamanlarını geçiriyordum. Aşktan meşkten değil… Evet seviyordum; hayatın telaşı tam başlangıcını hissettirmeye başlamışken.

Fransız Kız Yurdunun önünde konakladığım günleri yabana atamam o sıralarda. On yedi yaşında jeofizik okumak için Writtle College ‘e başlamış güzel bir kızdı O… Deli dolu fikirleri olan,  otel yataklarından evimize dönmediğimiz bir ilişkiydi. Evime, odama her yönüyle giren ilk kızdı. Otel  odalarına bıraktı yerini zamanla. İkimiz de öğrenci sayılırdık.  Eşyalarımızı satıp  vasat, yıldızsız otellerde çok kaldık… Bugün hala oralara gitmeye cesaret edemezken, demek ki ne kadar tatlı geliyordu ki yaşanılan o aşk oyuncukları gözümüz kapalı adım atabiliyorduk… İyi bir kızdı… Yıllar sonra bir – iki kez konuşma şansımız olmuştu. En son okulu bitirip, Fransa’ya ailesinin yanına döndüğünü biliyorum. Acı ki hala bana kızgın, kırgın ve kötü anıldığımı bildiğim bir kalp var uzakta. İşsel streslerin arasında bir kadını taşımayı bilmediğim zamanlardı ve şiddet uygulamıştım ona çok kez. Hiç bir zaman tasrif etmediğim ve nefret ettiğim o adamlardandım o günlerde.  Ancak ben onu da sevdim… Çocukken Çocukluğumu hemen ardından bırakmaya başlamışken!

Şahsını ve yaşadıklarımı yazdığım insanlar, hepsi bende izi kalanlar… Bugün anlıyorum ki, ortak bir noktaları var… Hepsiyle çok kısa bir zaman zarfında sevişmişim… Hepsi beni mutlu etmişler… Demek ki mutlu oldukları anları da onları verebilmişim. Demek ki şaşırmışım – şaşırtmışım… Hani ‘bunu nerden biliyorsun?’ dersiniz belki… Bunu çok net yazarım ama, hala bu notu kimlerin okuyabileceğini bilmiyorum. ‘’Bir kadının mutluluğunu anlamayacak bir adamsanız, kimseyi mahvetmeyin, bir adam sizin mutluluğunuzu anlamıyorsa, onu terk edin’’ diyebilecek kadar ileri gitmekten korkmuyorum! O noktada eleştiri de kabul etmiyorum. Nişanlım ve ressam olan arkadaşlığımı köşeye çektiğimde, çünkü onlarla hala o kadar erken nasıl beraber olduğumu erkek olarak anlamış değilim, diğerleriyle de çok özel anlarım mevcut. Peki daha diğerleri? Daha da diğerleri kimdi? Neden bahsi geçmiyor? Öğretmeyi seven bir erkek olmadığım için belki toplumun düzgün dediği insanlarla olmadım. Olamadım da… O gurupta beni istemedi normal olarak. Sapık sandılar çok kez. Oysa ben sadece yaşadıklarımı devam ediyordum…Öğrendiklerim ve öğrendiğimde BENİM SEVDİĞİM İLİŞKİ TİPİYLE... Aynı doğrultuda düşünemedik, olmadı. Bazen bir otel odasında bir bahane bularak odadan çıkıp gittiğim, bazen seviştikten sonra yok olup gittiğim, numaralarımı değiştirdiğim ilişkilerimde oldu. Çok sevip boğazıma bıçağı dayayan, gizli numaralardan dört senedir hala arayıp konuşmayan sapıklarım da oldu. Vay be… Ne kadar çok olmuş değil mi? Resmime bakabilirsiniz! Her istediğini elde edebilecek kadar yakışıklı değilimdir ama her istediğini ikna edebilecek kadar, kelimelerinin üzerine dokumuşumdur marifetimi.   Birisi için ne kadar hoş, güzel, yakışıklı diyebiliyorsanız, benim içinde bu özelliğimi rahatlıkla diyebilirsiniz. Çünkü çoğu insandan duyduğum, gözlerime bakılarak söylendiği için özgüvenimi tazeleyen bir cümledir bu… ‘’ Çenenle elde edemeyeceğin kadın yok!’’ – ‘’Ben neden buradayım? Nasıl Becerdin Bunu?’’  ben çok şey becermiş olsam da o anda... Üzerine gelen bu cümleleri, her defasında cümle sayımı azaltıp, kelime vurgularımı arttırdı… Başlarda 'acaba beni öper mi?' psikolojisinde konuşmaya korkarken, sonraları belki çok zor ikna edilecek bir kadına yirmi dakikadan daha kısa bir sürede 'Seni İstiyorum!' demeyi öğrendim... Becerebildim de...! 1998 den önce de mutlak ilişkilerim olmuştu ancak özellikle 1998den sonrası için çok yorgun ve üzgünüm diyebilirim.

İsmini unutup siması aklımda o kadar çok insan var ki, o simaların bana hesap sorabileceğini bildiğim o ölümsüzlük gününden çok korkuyorum. Travma anlarım hayatımı her zaman ileriye götürmüştür. Benimle koşan her kadın bu anlarda geride kaldı. Ne tuhaf ki, her zaman beni iyi anan kadınlar da, sevgisini engelleyemediğim kadınlar da, bu dönemlerde çıktı karşıma. Demek ki iyi olan değil, kötü olan seviliyor. İmkansız olan adama aşık oluyordu kadınlar. Bende imkansızlarımla savaşırken hemde... Herşey bir et parçası savaşıydı ve bu ruhlarımızın en sevdiği yemekti. Belli bir zaman sonra çok sevdi beni kadınlar, ben onları tanıyıp nefret etmiştim oysa. Bu sevgileri için HERKESE teşekkür ederim. Ama bende onlar gibi kaybettiklerimi sevmiştim...

Esas konu oluşumunda bu insanlarla ne yaşadığım ya da bundan sonrakilerle ne yaşayacağım değil. Belki dönüp dönüp bu insanlarla hayatın belli yerlerinde yollarımız kesişip bir kere daha ve daha iyi olarak da yaşayabilirim… Mesele yeni birisinin olup olmaması da değil yani. Ne istediğimi bulmam için sanırım çok daha eskiye dönmem gerekecek; ama gücüm var mı bilmiyorum?
Aslına bakılırsa her zaman yaramaz, haşarı, hiperaktif bir çocuktum. Annem, ne kadar neşeli, hareketli bir kadınsa, babam da bir o kadar yüzü gülmeyen, hasta, sakin ama dünyanın en yumuşak kalbine sahip bir adamdır. Bazen onlar, onları düşünmediğimi söylerler ancak, ben babamın başında beklerken O'na, nişanlım benim demeye başladım ve belki bunu kimse görmedi… Her neyse… Sonuç olarak işte yukarıda geçen metinler ve yan metinlerinde ki olaylar yaşanırken hayatım da, ki bu süreç korkunç bir zaman dilimine tekabül ediyor, (hala da içerisindeyim) ben bir türlü ailemi duymadım. Anlamadım… Anlamadıklarını düşündüm… Ve aslında durmam gerekirken kendi başıma rüzgara karşı dimdik, her geçen gün daha çok karışıyoruz birbirimize… Durdukça aynı torbanın içinde daha çok bağlanıyoruz sevgimize… Aileyi sevmek elbette dünyanın en önemli yapıtaşıdır. Ancak kendinizin de bir gün bir aile oluşturmanız gerekeceğini unutmadan…  Şimdi ben belki bu nedenle korkuyorum ellerimi taşın altına koymaktan. Sıkılıyorum buna ama farklı bir şekilde tutunuyorum onlara… Neden mi? Artık içim almıyor, onları kendimden uzak tutmaya. Çünkü hiçbir zaman benden istediklerini, beklediklerini, bir kez ya, bir kez bile veremedim onlara. Sadece erkek çocukları oldum. ‘Evlat’ olmak başka bir şeymiş.
Beceremedim. Beceriksizliğim her anıma yansıdı… Ben oldu hatta insanların tebrik edip, alkışladığı anlarda bile… Hep gerildim, sonra iyice gerildim… Öfke balonu oldum ve kimse cesaret edemedi bir iğne sokmaya.Öfkemle güçlendim… Öfkemle piştim… Bağıra bağıra geliştim… İçim acıdı, o adam ben değildim …! Ben her gözümü yumduğumda sakinleşti hayat. Vermek istediğim sevgiyi hep gözlerimi kapattığımda düşledim. Bir kadın çizdim beynimde ve sanki bulacakmış gibi didindim. Bulamadım…! Yapamadım…! Hayat hayallerde ki gibi değildi. Boşa gitmişti uyandığımda verilen tonlarca düzgün nasihat. Ve ben kaybetmiştim oyunun görülmeyen kısmını. Kalan kısmında çok savaş vardı. Savaştım… Didindim… Hala da uğraşıyorum, tek umudum olan kalan yarısından hayatın…  Ve sadece anne-babamı dinlemedim ben doğru zamanlarda. Kulak kabartmamak etrafa en büyük günahmış hayatta. Öğrendim… Geç oldu… Şimdi öğrendiğimi bile yapamıyorum…!

Ben tercihimi onların seçimleriyle kullanmadım hiç. Çünkü param yoktu benim, sorduğunuzda.! Şimdi var ve hiçbir bedeli ödeyerek alamıyorsunuz Onların gösterdiğini… Parayla alınamayan her şey gibi kıymetli oluyor söyledikleri. Nasihat zaten parayla alınmıyor. Dinleyeceksin dostum. Yorgunken sinemaya gitmek isteyen sevgilini nasıl dinliyorsan, bunu da dinleyeceksin o an için işine gelmezse de. En acı derste sanırım bu cümlede… ‘O an için dinlemezsen, her an çekersin arkadaş’…! Paranın hırsı ve getirisi baktığında sadece beyazlaşmış saçlar oluyor. Stresten sen zaten yiyemiyorsun çatır çatır… Sen bakıyorsun herkes yiyor,  sen yiyorsun herkes gidiyor… İnsanlar ile yemeyi denk getiremiyorsun bir araya… Sen olsan da, olmasan da yiyorlar durmadan nasılsa…!

Çocukluğum iyi geçti demek; asla oyuncakları olmuyor insanın veya oynanan yakan toplar, misketler, körebeler olmuyor. Büyüyünce anlıyorsun çocukluğunun nasıl geçtiğini. Oyuncaklar küçülüyor, bahçeler ufalıyor, insanlar sertleşiyor… Bakıyorsun sen hala çocuksun. Ve saçını her gün okşayan, sırtında atçılık oynadığın babanı unutuyor, eve işten her geldiğinden yorgun olan baba hatırlanıyor. Baba da olsa yanlış anlaşılıyor. Bilemiyorsun çünkü sen yorgunluk nedir? Öğrendiğinde sen yoruluyorsun, o zaman sende o eleştirdiğin baban oluyorsun…

Bugün geriye bakınca en çok kızdığım insanlara benzediğimi görüyorum. Büyük amcama mesela… Ortancası ya da küçüğü olmak daha keyifliydi aslında… Sonra dayına bakıyorsun… Keşke bende böyle olsam, her şeye kahkaha atsam diyorsun… Atamıyorsun çünkü çok gülenlerinde erkenden ölebildiğini görüyorsun. Karakterler var kafamda ve yaptıkları. Çizgi romanlar gidince elden, geriye kalıyor eski büyükler…  Ve zamanla bir bakıyorsun ki yok olmuşlar. İşte diyorsun… İşte hayat… Bugün varım yarın yokum! Sonra bir cümle geliyor kulağına… Düşündükçe tıkanıp, ben neredeyim diyorsun… Ve diyor ki ‘’Dünyada Öleceğini Bilerek Yaşayan Tek Canlı İnsandır. Hemde Buna Rağmen, Her Gün Gülerek Birşeyler Bulup’’ …!  Düşündükçe büyüyorsun, haksızlığı, gamsızlığı anlayabiliyorsun…! Aslında anlamıyorsun, kendince anladım diyorsun. Düşün şimdi diyelim ki ben buraya dünyanın sırrını yazıyorum; bunu da kamufle ediyorum eski aşklarımla ve hikayeleriyle… Benim cümlelerim senin anladığın kadar arkadaş. Unutma!

Çok sevmişim, çok gücenmişim, aldatmışım, aldatılmışım, söz vermiş tutamamışım ama söz verilmiş ve tutamamışlar, daha neler neler…  Ben ucuz insanları başıma taç yaptığım gün kaybettim hayatı . Ama istedim ki, kadınım tam bir fahişe olsun. Ben, adına şuanda fahişe dediğim kadınların uzattığı zaman elini, nasıl tuttuğunu bilirim. Fahişe dediklerin sevmez  Severse bırakmaz Ben bırakılmayacağım bir sevgiyi aradığım için kaybettim. Kulağa güzel de gelse, bir fahişe için yüzde kaç ihtimalsindir kim bilir? O da bana denk gelmedi işte… Her sevilişimde kaybettim, oysa ben kaybetme şansımın olmadığı bir sevgiyi istedim …! Onca kadından bahsettim ve şimdi bu notun diyeceğim ama nottan çıktı kompozisyonun, başında atladığım bir kadından bahsederek yavaş yavaş son vermek istiyorum. Ve bu metin bittikten sonra onu arayacağımı bilmenizi istiyorum. Sevda hikâyelerimin başlarında ki evli kadının elimden aldığı SEVGİM

‘’Uğruna bir başka sevgiyi ki bu sevgi çok temizdi, her şeyiyle, bıraktığım sevdiğim.’’ diyerek yüzeysel geçmiştim başında. Sebebi şu. Onlarca insan tanıdım ve yaşadım doya doya ama O öyle bir sevgili ki hayatımda adına leke gelmesin diye canımı verebilirim ona… Gülüşünden, bakışına asaleti içinde saklı bir dünya güzeli… Onu, herkesten ayrı yazmam gerekir. Sevişmekten, öpüşmekten söz bile etmemek gerekir. Çünkü bunca savaşın içinde yanımda koşarken bu kadar dik duran bir kadın nasıl olur da ömrümün diğer kahramanları ile bir yazılır. Şimdi adını SEVGİMdiye yazıyorum. Çok sıfat kullanılabilir ama gerçek bir sevgiye sahipseniz SEVGİM diyebilirsiniz. Evet, ben ondan gittim belki. Kandırmışta olabilirim, korkmuşta ondan… Hani her halta iyi de olsa isyan eden ben var ya… O’nu hak etmeyeceğimi düşünecek kadar geç kaldım yaşamaya… Ve ben… Bir gün düzelirim belki, içim deki şu deli adam çeker gider başını alıp… O zaman mutlu oluruz onunla işte… Ne tuhaf değil mi? Kötünün hep peşindeyken, iyisini bulunca kaprisler yapmak… İşte genetik bir mucize. Vefasızlık kodu bu, hepimizde aynı…

Şimdi, bunların hepsini çıksam hayatımdan… Düşünüyorum da bebek oluyorum.. İşime yarıyor mu? Bilmiyorum nasılsa unutacağım hepsini! Acaba o zaman hangi memenin peşinden koşmaya başlayacaktım ve hangi meme için hayatımı mahvedecektim en başından. ! O zaman çocukta olmak, bebekte olmak istemem çünkü bu tanıdığım insanların hiç birisini asla kaybetmeye tahammül edemem. Evet çok acıdı canım ama acıttım da. Genele bakınca bu metin çıkıyor ama ‘AN’lara dönünce mutsuz muydum? Asla… ZamANında beni mutlu eden bir hayat şimdi canımı bu kadar sıkmışsa, mutlaka bende vardır bir hata… Herkes de hatalı değil ya! O zaman şimdi bir plan yapmak lazım. Bazen diyorum ki, ‘acılarının zirvesindeyken’ vur kendini kahraman ol! Ama diyorum, sen kendini vurunca her şey düzelecek mi? Ya da kahraman deseler kaç gün kahraman olacaksın ki hayatlarında bunu uğruna yaptığın kişilerin… Hem ailem var diyorum her seferinde, değer mi gözyaşlarına… Hayat zor elbette ama her sabah ben yola çıkmadan önce bana güzellikler dileyen bir annem yok mu benim? Evet var… Varsa yaşamam lazım… Ölmek tercihim olmayacaksa savaşmam gerekecek diyorum… Savaşıyorum…

Ama… Ya, .... Benim gücüm kalmadı artık…! Bunca yaşanılan hep bir el içindi ve o eli bulmuşken kaybettim bir çoğu kez. Anne sevgisi gibi değildi o eller bir zaman sonra kaçtılar hep... Şimdi bunları yazarken ben, yazmadığım hikayelerim de geliyor aklıma ve ciddi bir trafik var beynimin en ücra mahsenlerinde. Yüreğim dahi dayanamıyor bu sese, sanki ruhum yalvarıyor etlerinin önünde... ''BIRAKIN BENİ GİTMELİYİM''  Gidebilmek isterdim çok. Böyle arabama atlayıp, canım nereye isterse oraya.
Deniyorum yer yer. Şuanda buraya da böyle geldim. Şimdi buradan çıkıp yeniden yola koyulmak istiyorum.  Dublindeyim ve tam şuanda bu ufak otelden ayrılıp, Stirling'e geçmek istiyorum. Bir Dublin kalmıştı, anlamı nedir diye düşündüğüm... Güzellikler beklerken o da beni yanılttı bugün. Gideceğimde sabaha karşı öyle görünüyor. Çok aklıma yattı bu. Kim bilir ordan da belki döner Atinaya uçarım. Orada onlara saçlarımı gösteririm...' Bakın 'derim ya 'BAKIN'... 'Zaman nasıl geçiyor insanlara'...' O toy çocuğu hatırladınız mı burada sevişen?... O benim...' Belki bir rüzgarı bahane ederek seslenirler bana... Belki de bir yol gösterirler. Evet... Oraya da gitmeliyim... Yüzleşmeliyim kendimle orada da... Dağ, taş manzara ne varsa anlam yüklediğim almalıyım onlardan... Alamazsam beynim beni alacak dünyadan. Hayatı anlayan, hayata bakan bir adam olmak zormuş. Rüzgarla konuşabildiğiniz zaman anlayacaksınız ki, ''ne var ya unutursun'' demek bile çok zor teselli için... Unutamam çünkü ben yaşadım dostum... Yaşadığımı nasıl unutacağım?

İyi olmak için gamsızlık mıdır yol? Gamsız olmak mı iyidir? Bana gözler, dudaklar acı verirdi eskiden, defalarca kez yanmadan önce başka sevgilerle. Bir bakışa incinirdim toyluğumda. Sonra baktım ki, canım acımıyor artık... Ama daha derinleri de varmış aşk acısının. Bir yüzüğü, çantasın da kargo etmek mesela. Ya da adınızın yazdığı yüzüğün elinizde olmasıymış gerçek gözyaşı... Elbette unutmak, yaşamak zorundayım bütün olanları. 'Seviyorum, sen olmazsan olmam' diyenlerin yaşantılarına şaşırmamalıyım artık. Kulağıma fısıldanan binlerce sözün, binlerce karmaşık fısıltı olduğunu düşünün viskinizi yudumlarken beyninizde...

İşte ben o ağrıyla ve o sancıyla yaşıyorum hayatı. Ondan yazıyorum belki, dağarcığımdan haykıran bu sesleri silmek için notlarım bunlar. Belki duyduklarımı geçsem şuraya hiç bitmeyecek bu yazı ama bitirmeliyim... Son vermeliyim... Ben Hector… Bunca acıdan istifa etmeliyim…!

   (Silah Sesi…!)
                  SON...

Hakan ÖZDEN - 25.04.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder